OKUDUM 196 ÇERNOBİL DUASI

25 Kasım 2017


2015 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Svetlana Aleksiyeviç’in büyük eserlerinden Çernobil Duası, Çernobil Nükleer Felaketi ve sonrasında yaşananlara dair can acıtıcı bir sözlü tarih çalışması…İsveç Akademisi, Svetlana Aleksiyeviç’e Nobel Ödülü verdiğinde yazarın “yeni bir edebi tür” yarattığını belirtmiş, eserlerini de “duyguların ve ruhun bir tarihi” sözcükleriyle betimlemişti. Aleksiyeviç uzun bireysel monologları farklı seslerin duyulduğu bir kolaja dönüştüren özgün dokümanter tarzıyla, kendilerine nadiren konuşma fırsatı verilen, yaşantıları da çoğu zaman ülkenin resmi tarihine karışarak yitip giden sokaktaki insanların hikâyelerini kayıt altına alıyor. Çernobil Duası’nda Aleksiyeviç, 26 Nisan 1986’da meydana gelen tarihin en feci nükleer reaktör kazasını odağına yerleştirerek trajediyi yaşamış insanların bireysel tanıklıklarını aktarıyor. Masum yurttaşlardan itfaiye erlerine, Parti yöneticilerinden askerlere onlarca insan, anlattıkları hikâyelerle halen yaşamakta oldukları korku, öfke ve belirsizliği gözler önüne seriyor. Monolog biçimindeki röportajlardan oluşan Çernobil Duası, duygusal gücü ve dürüstlüğüyle hem unutulmaz bir sözlü tarih çalışması hem de almak isteyen için sayısız ibretler barındırıyor.

Nükleer patlama sonrası orada çalışanlar, patlamanın durdurulması için yapılanlar, KGB nin eldeki bulguları ortadan kaldırması ve oradaki halkın yaşadıklarını anlatan bir kitap. Sovyetler hata yapmaz deniliyor. Orada yaşayan halk otobüsler ile bilinmeyen yerlere sevk ediliyorlar. Toprak üstü altına getiriliyor. Hayvanlar öldürülüyor. Ekilmemesi gereken topraklar alt üst olduktan sonra tekrar ekiliyor. orada yaşayıp geri dönen yada gitmeyi red edenler normal yaşamlarına devam ediyorlar. Halka iyot dağıtılması gerekir iken yapılmayanlar.Konuya merak duyanlar okuyabilirler.

Doğaya bakın. Ondan öğreneceklerimiz var. Doğa durmaksızın çalışıyor, kendini arındırıyor, bize yardım ediyor. İnsandan daha akılcı davranıyor. İlk çağlardaki dengeyi yeniden bulmaya çalışıyor. Sonsuzluğu bulmaya.
*****
Şunu unutmamanız lazım; karşınızda duran kişi kocanız değil artık, sevdiğiniz o adam değil. Şimdi karşınızda yüksek yoğunlukta zehir yayan bir radyoaktif nesne var. İntihara kalkışmayın. Kendinize gelin
*****
İşte şu kadın yeni doğum yaptı. Kendine geldiğinde... Hemen sesleniyor: "Doktor, bana bebeğimi gösterin! Buraya getirin onu!" Başına, alnına, minicik bedenine dokunuyor bebeğin. Parmaklarını sayıyor... Ayaklarındaki ve ellerindeki... Kontrol ediyor. Emin olmak istiyor: "Doktor, normal bir çocuk mu doğurdum ben? Her şey yolunda mı?" Bebeği emzirmesi için getiriyorlar. Korkuyor: "Çernobil'e yakın bir yerde yaşıyorum... 'Kara yağmur'da ıslanmıştım..."
Gördükleri rüyaları anlatıyorlar bana: bir tanesi sekiz bacaklı bir buzağı doğurmuş rüyasında, başka birisi ise kirpi kafası olan bir köpek yavrusu... Hep öylesi tuhaf rüyalar. Önceden böyle rüyalar görmezdi kadınlar. Hiç duymadım ben.
Otuz yıldır ebelik yapıyorum
*****
Hapishane ile anaokulu karışımı bir şey sosyalizm. Sovyet sosyalizmi böyle bir şey. İnsanlar, ruhlarını, bilinçlerini, yüreklerini verdi devlete ve karşılığında günlük tayınını aldı. İşe biraz şans da karıştı; kimilerinin tayını daha büyük, kimilerininki daha küçük oldu. Aynı olan tek şey, karşılığında ruhlarını vermeleriydi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder