KADINLAR EN ÇOK NE OKUR?

31 Temmuz 2012

KADINLAR EN ÇOK NE OKUR?

Kitap, sadece bir bilgi kaynağı değil, aynı zamanda ruhun ihtiyaç duyduğu duyguların üretimini sağlayan bir araç.
En çok hangi tip kitapları okursunuz diye sormuş, arkadaşlarımdan biri. “Benim için bu beğeni sürekli değişim gösteriyor” dedim. Bu konunun üzerinde biraz yazıştık. Arkadaşım, hayatı boyunca hep aynı tip kitaplar okuduğunu söylüyor. Ama ben onun gibi değilim. Çevremde gözlemlediğime göre de pek çok kişi benim gibi.
Bana göre; ruh halimize ve ihtiyacımıza göre okuyoruz. Çünkü kitap, sadece bir bilgi kaynağı değil, aynı zamanda ruhun ihtiyaç duyduğu duyguların üretimini sağlayan bir araç. O nedenle genç kızlar en çok aşk romanı okur. Sevmeye, sevilmeye duyulan ihtiyacın belirtisidir bu. Okurken hissettiği yoğun duygusal tepkimeler ruhuna iyi gelir, aynı hisleri kendi içinde yaşar, açlığını giderir, gözleri satırları takip ederken, ruhu durgun suların üzerinde süzülür, bir havalanır bir yere iner, kalbi heyecanla atar. Genç kızlar, genç erkekler gibi değillerdir, cinselliği de sevgiyi de uluorta konuşamazlar. Kendi aralarında bile duygularını ortaya koymaktan, onların üzerinde konuşmaktan çekinirler, öyle yetiştiriliyoruz çünkü. Tabularla büyütülüyoruz.
DEVAMI
http://indigodergisi.com/2012/07/kadinlar-ne-okur/

HASTALIKLAR VE RENKLER

29 Temmuz 2012

Hastalıklar ve renkler arasındaki bağlantılar ne? Renkler yaşam enerjisini artar ya da düşer mi? Uykusuzluk sorunu olanlara hangi renkler iyi gelir? Hangi renk hangi hastalıklara iyi gelir..

Renklerin hastalıklar üzerindeki etkilerinin eğitimini alan Kişisel ve Ruhsal Gelişim Uzmanı Pervin Vatansever çarpıcı açıklamalarda bulunuyor. Diyor ki; “Sırt ağrısı çeken kırmızı ...
giymeli. Sinirli olanlar yeşilden şaşmamalı...”

Hastalıklar ve renkler arasındaki bağlantılar ne?

Bedenimizde bulunan ve yaşam enerjisinin girişçıkışını sağlayan, tekerlek şeklinde çakralar var. Bunlar, sağlığımızla bağlantılı. Dolayısıyla sık kullandığımız renkler, sadece kişiliğimizle değil, sağlık sorunlarımızla da ilgili ipuçları verir.

Renkler yaşam enerjisini artar ya da düşer mi?

Evet. Dikkat ederseniz, toplumumuzda pek çok kişi depresyon, bunalım ve buhranların pençesinde cebelleşirken, siyah rengi kullanıyor. Oysa siyah renk, kişinin yaşam enerjisini düşürebilir. Bu enerjiyi artırmak isteyenler gözlerini doğa ve gökyüzüne çevirmeli.

Depresyondakiler yeşili tercih etsin

Uykusuzluk sorunu olanlara hangi renkleri öneriyorsunuz?

Uyku sıkıntısı yaşayanlara, yatak odalarını açık maviye boyamalarını öneririm. Çarşaf ve pijama-gecelikte de bu renkten şaşmasınlar. Ayrıca, uyku, aynı zamanda, öte alemle bağlantı kurduğumuz çok özel bir zaman dilimidir. Uyurken bedenlerimizin öte aleme geçişini de sağlamış oluruz. Uykusuzluk çekenlere maneviyata biraz daha yönelmelerini, bu dünyanın madde gerçekliğinden normal düzeye geçmelerini tavsiye edebilirim.

Ya depresyon halinde?..

Depresyondaki kişiler, öncelikle, sevdikleri rengi tercih etmeli. Ama bu renk, siyah olmamalı. Yaşamı, tutkuyu, coşkuyu ve sevgiyi çağrıştıran renkleri kullanmalılar. Kırmızılar, morlar, maviler, pembeler, yeşiller, sarılar...

Kadın hastalıklarından korunmak için seçebileceğimiz renkler hangisi?

Kesinlikle turuncu. Yumurtalıklarında sorun yaşayanlar, erken menopoza girenler, göğüslerinde her türlü fiziksel sıkıntı yaşayanlar turuncuyu sık kullanmalı.

Hangi renk hangi hastalıklara iyi gelir?

KIRMIZI

Kendinizi gergin, güvensiz hissetme, hayatınızdaki eksiklikler, kronik yorgunluk ve ana odaklanamama gibi zihinsel belirtilerle bağlantılıdır. Kronik ağrılar, kan hastalıklar, iskelet sistemi böbreklerde sorun varsa, sırt ağrısı çekiyorsanız, dişlerinizden şikayetçiyseniz kırmızı kıyafetler giyip aksesuarlar taşıyın.

YEŞİL

Seviyor, yeterince karşılık alamadığınızı düşünüyorsanız, yalnızlık çekiyor, sevdiklerinizden uzakta yaşıyorsanız, çok eleştirip yargılıyorsanız, sinirliyseniz üzerinizden yeşili eksik etmeyin. Kalp, cilt ve dolaşım sisteminde sorun varsa bronşit iseniz, yeşil sizin renginiz demektir.

TURUNCU

İlişkilerde sıkıntıları, duygusal dalgalanmaları, bağımlılıkları, cinsel isteksizliği, sıkışmış yaratıcı enerjiyi, depresyonu ve tatminsizliği anlatır. İdrara çıkmakta sıkıntı, kalça ve ellerde sorunlar, eklem ağrısı varsa, turuncu kullanın.

SARI

Kararsızlara, dikkat eksikliği çekenlere, asosyalleştiğini hissedenlere, “Hayır” diyemeyenlere, sarıyı önermeliyim. Her türlü mide, ve sindirim sistemi sorunu için sarıyı tercih edebilirsiniz.

MAVİ

Bu renk; duygularını kendine saklayanlar, kendini ifade etmekte güçlük çekenler, kendi dahil herkese yalan söyleyenler, bağımsız olmadığını düşünenler ve çok konuşanlar için idealdir. Boğazda, boyunda sorunlar ve tiroid problemi yaşayanlar da maviden şaşmamalı.

MOR

Yaşadıklarınızdan dolayı Allah’a tepkili olanlar, ruhsallığını yok sayanlar, kendini dünyevi ihtiyaçlara çok fazla kaptıranlar için en iyi renk, mor.

KOYU MAVİ

Sezgilerinize güvenmiyor musunuz? Kararları hep başkaları mı veriyor? O halde koyu maviyi bolca kullanın. Gözler, beyin ve burunla ilgili sorunlara da bu renk iyi geliyor.

KORKULAR

28 Temmuz 2012

KORKULAR
Korkular çok büyük yaratıcılardır. İstek ve hayâllerimizden daha hızlı, çabuk ve güçlü sonuç verirler.
Evet; şüphelerimiz ile harekete geçen ve yerleşen korkularımız. Kimin? Bizim. Korkunun seni bir kere bile olsa ele geçirmesine izin verirsen, içine yerleşerek tüm yaratıcılığını elinden alır. Tahmin bile edemezsin yaptıklarını…
İşinden eder adamı. Eşinden eder adamı. Sevgiyi kaybettirir. Kendi kendinin efendisi olma imkânını alır senden. Özgürlüğü alır. Bağımlı, köle hale getirir.
Bir durumdan korkmak, kesinlikle o korkunun gerçekleşmesini sağlamak anlamına gelir. Korkular, kısa bir zaman aralığında gerçekleşerek, somutlaşır. Biz ise başlarız “dış dünya” diye suçlamaya, kendi korkularımızın bizi esir almasının karşılığında.




Çocuğun ile ilgili korkuların mı var? Emin ol ki; gerçek olur.
Eğitimin ile ilgili korkun mu var? Emin ol; gerçekleşir.
Başarma korkun mu var? Emin ol ki; başaramazsın.
Fakirlik korkun mu var? Emin ol; fakir kalırsın.
Yaşlılık korkun mu var? Emin ol ki; yaşlanacaksın.

http://www.martidergisi.com/korkular/

GELEN YOLCU - [ARTISI]

GELEN YOLCU - [ARTISI]

GÜÇ ŞİFRELERİ- DIANA COOPER#3

http://yuregiminiklimi.blogspot.com/2012/07/guc-sifreleri-diana-cooper_26.html

Notlarımıza devam edelim.
* Bir yerlere ait olmak mükemmel bir duygudur.
* Doğaya saygı duyan kültürler daha barışçıl bir yaşam sürmektedirler.
* İnsanlaraın bilinçlerinin bir olduğu ve bereketin hiç kaybolmadığı bir dünyada yaşamak isterdim. Herkesin şeffaf olduğu korku ve aldatmacanın olmadığı bir dünya.
* Evrensel bilince eriştiğinizde herkesle iletişim kurabilirisniz. Bu dillerin de ötesine geçmektir.
* Açgözlülüğün, bencilliğin sesi büyülüdür.
* Her insanın gölgede kalan bir yanı vardır. Karanlık tarafınıza ışık tutup onu anlamaya çalışmalısınız.
* Korkunuzu ve duygusal bağlantlarınızı kontrol etmeye başladığınızda çevrenizide kontrol edersiniz.
* Herşey eşittir.
* Tanrı yaşamamız gereken deneyimleri önümüze çıkarır.
* Bir taşın yada hayvanın değeri tanrının gözünde aynıdır. Bu sizin parmağınızla, bacağınıza eşit ölçüde değer vermenize benzer. Her ikiside sizin parçanızdır.
* Tüm ihtiyaçlarımızın karşılanacağını
bilmeliyiz.Bu yüzden hiçbirşeyi sahiplenmemize gerek yoktur. Herşey tek olana aittir ve paylaşıma açıktır.
*Kutsal bir yaşam süreriz. Güzelliği onurlandırırız.
* Evler dış dünyadan korunmak için değil, sakinleşip kendi merkezimizi bulmak için kullandığımız alanlardır.
* Saygı görmek istiyorsak, saygıyla hitap etmeliyiz.
* Kutlama yapmak minnet duygumuzu göstermek için enerjimizin tanrı katına ulaşmasını sağlıyor.
* Paylaştığımızda herşey ne kadar büyük anlam kazanıyor.
* Büyük bir tual olan bu dünyada farklı renkleri temsil ediyoruz.
* Cesaret korkusuz olmak değildir. Cesaret korkmana rağmen korktuğun şeyle yüzleşmektir.
* Şans bazen yanımızdadır.
* Her şey ilahi güçler tarafından kontrol ediliyor ve planlanıyor.
* Evren çok gizemli bir şekilde işlemeye devam ediyor.
*Tanrının gözünde bir yaprak bile insan kadar değerli.
*Yapılan en iyi planlar bozulmak içindir.
* Dünyanın arınması herkesin dürüst olmasına yani şeffaflığına bağlı.
* Bugüne dek içgüdülerimize güvenmemiz gerektiğini öğrenmedik mi?
* Eğer samanlıkta iğne arıyorsak onu bulmamız imkansız olacaktır. Ama eğer elimizde büyük bir mıknatıs olursa iğne bize uçarak gelecektir.
* İnsanlar tabiat ananın koruyucularıdır.
* Heyşey birbiriyle uyum halindedir.
Bu kutlama tanrıya adanmıştır ve bizim birbirimizle bağlantıda olmamızı sağlar.
* İnsanlar doğal yaşama uyum sağlamak ve bunu tüm yaşamlarına yansıtmalıdırlar.
* Herkes ve herşey eşittir
* Birbirimizin farklılıklarını öğrenmeli ve bu farklılıkları onurlandırmalıyız.
* Birbirimizi korumalı ve paylaşmalıyız. Dünya hepimize yetecek kadar bereketlidir.
* Herşey ve her yaratık Allahın yansımasıdır.
* Herşey şeffaf olmalıdır.
* Her ruhun yeryüzüne geliş amacı hizmettir.
* Kendimi dokunulmaz ve güvende hissetmeliyim.
* Panik duygusu düşünmeye engeldir.
* Merhametli olmamız ve merhametsiz olmamız gereken anları ayırt etmeliyiz.
* İntikam hırsı insanların gözlerini kör ediyor.
* Varlığını reddettiğimiz davranışlara ve inançlara sahip insanlardan nefret ederiz.
* Adaletsizlik karşısında, insanları savunabilmek, hiçbir varlığa zarar vermemek, yalnız başına yürüyebilme yetisine sahip olmak, korkuyla yüzleşme cesaretini gösterebilmek, bilgece konuşup hareket edebilme yetisine sahip olmak, bağışlanabilmek, çömert ve merhametli davranmak.
* Ruhlarımızın bizi sınavdan geçirmek için fırsatlar kolladığına inanıyoruz. Birileride bu sınavlara vesile oluyor.
* İnsanların ruhunu görmeli ve onlara rehberlik etmelisin.

CAN DÜNDAR




Tüketmek için bunca acele ettiğiniz, takvim yapraklarına…
Onca hızla çevirdiğiniz akreplere yelkovanlara…
İçine gönüllü daldığınız o insafsız rutin çarkına şöyle bir uzaktan baktığınızda ne hissediyorsunuz?
“Ne kadarı benim hayatım” diye soruyor musunuz?
Ne kadarını başkaları yaşamış benim yerime…. Ya da ben başkalarının?..
... “Aynadakinin ne kadarı ben’im, ne kadarı oynadıklarım?
Sevgiyi koydum kum saatinin dolu dizgin akıp giden kumlarının her bir zerresine….
Çünkü bir tek sevgi var elimizde; bunca yıldan damıtılıp gelen..
Yine bir tek o kalacak, yaşanacak yıllarından geriye…
Bir tek sevgi olacak bunca telaştan artakalan ötesi yalan…

______Can Dündar_____

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN




Genel af çıkardım bir gün
Bana zulüm edeni de affettim gitti
Cümle düşmanımla bütün
Bendeki suçlu beni de affettim gitti.


Derdime bin dert katanı
Hakkımı çalıp yutanı
Arkamdan atıp tutanı
Üstelik kin güdeni de affettim gitti.


Sadece şu dil’i değil
Yaban ile el’i değil
Kokladığım gülü değil
O güldeki dikeni de affettim gitti.


Kinim yoktur bir tek kula
İster sağa, ister sola
Yolumdan ayrı bir yola
Gaflet ile gideni de affettim gitti.


Şu ağzı, kilit vurulan
Bu yüreği, hep kırılan
Ve bana yersiz sorulan
Niçini de nedeni de affettim gitti.


Hep fenalık, kötülüksün
Sanırdım benden büyüksün
Bir de baktım çok küçüksün
Canım ben seni de affettim gitti.


Ümit Yaşar Oğuzcan /

MEVLANA'DAN


Gönlüm dilime dargın, dilim gönlüme..
Gönlüm duygularını anlatamadığı için kızarken dilime,
Dilim anlatamayacağı şeyleri düşündüğü için kızıyor gönlüme...

Hz.Mevlana

BEĞENDİKLERİM 2




“Kim iyi yaşadıysa, çok gülüp çok sevildiyse,
Kim zeki insanların saygısını kazandıysa,
Kim bir sanat eseriyle, güzel bir şiirle veya
İnsanlara örnek olan bir ruh üstünlüğü ile bir eser verdiyse,
Kim dünyayı bulduğundan daha iyi bir şekilde... bırakabildiyse,
Kim başkalarında en iyiyi arayıp
Onlara kendinde olan en iyiyi verebildiyse,
Kimin hayatı insanlara ilham veriyorsa,
Kimin izleri ardından şükranla ilerleniyorsa,
İşte o kişi başarılı olmuştur.”

Bessie Anderson Stanley

BEĞENDİKLERİM- STEPHEN LEACOCK

BEĞENDİKLERİM- STEPHEN LEACOCK





"Hayatımızın bu kadar hızlı adımlarla ilerlemesi ne kadar garip! Çocuklar, 'Ben büyüyünce' diyorlar. Bu ne demek? Büyüdüklerinde, 'Ben evlenince' diye söze başlıyorlar. Ardından düşünceler, 'Ben emekli olunca'ya dönüşüyor. Emekli olduktan s...onra insan sislerle kaplı geçmişine bakıyor, o günleri özlüyor ve bunların geçip gittiğine yanıyor. Hayatın her gününün ve her saatinin yaşamak olduğunu ne yazık ki çok geç öğreniyoruz."

Stephen Leacock

ANNEM ELİMDE KİTAP GÖRDÜĞÜNDE...

27 Temmuz 2012

ANNEM ELİMDE KİTAP GÖRDÜĞÜNDE...



Annem elimde kitap gördüğünde onu bırakta kalk bulaşık yıka yada otur dantelini ör derdi kitaplarla ilk tanıştığımda .....
Babamsa oku kızım ben okuyamadım, sonradan diploma sahibi oldum sen oku derdi....
Okuma sevgisini bana aşılayan herhalde bu durum da babam olmuştur. Okul dönüşlerinde peçka sobanın yanında ben derslerimle uğraşırken o işten geldiğinde bana da yardım ederdi. Beraber okurduk, beraber hesap yapardık. Yaptığımız hesaplardaki tek farkımız rakamlarımız idi. Benim yaptığım toplama , çarpmaların sağlamasını o arapça rakamlarla yapardı. Ben sadece izlerdim.......
Arapça rakamları bilmezdim, ama sonradan onlarıda babamın sayesinde öğrendim.

CİN ALİ'lerle başladık kitaplara....
 
 Sonra AYŞEGÜL Serisi ile serüvenden serüvene koştuk. Bizim mendilden bebeklerimiz vardı, kitaplardaki bebeklerden isterdik, elbise modellerimizi bu kitaplardan seçerdik, köpeklerin korkulacak değil sevilecek varlıklar olduğunu bu kitaplardan öğrendim....

 
Sonra hayatıma Kemalettin Tuğcu romanları girdi. Özellikle merhamet duygusunu geliştiren kitaplar. ÜVEY BABA mesela;
Lamianın hikayesi.........

Sınıflarda kitap dolaplarımız vardı. Hediye verilen kitapları burdan alıp okurdum. Okul harçlıklarımı biriktirir, onlarla kitap alırdım. Aldığım kitapları bir türlü evde kütüphane haline getiremedim, annem bıktım senin bu kitaplarından derdi, halen de der.......
Mecburen kabul eden arkadaşlara hediye olarak verirdim. Şu anda da ya okul kütüphanelerine verilebilecek gibi olanları okula, çocukların okuyabileceği kategori dışında olanlarıda şehir kütüphanesine veriyorum. Gerçi bir ikinci el kitap satış bloğu açtım ama satılır mı bilmem.......
Her türlü kitap okudum. Fotoroman, Tommiks, Teksas, Zagor.... 
şimdi ki cep kitaplarının yerini tutuyor mu o fotoromanlar????? 
Fotoramanlarımı okuduğum yer de çok güzeldi:))) yaz tatillerinde gittiğim İstanbul kavacıktaki amcamın evi.
Evin sol tarafında boş bir arazi vardı, orda da bir söğüt ağacı minder alıp o ağacın altına oturur, hem boğazı izler hemde roman okurdum. Hepsi tarih oldu, o yerlerde şimdi Fatih Sultan Mehmet köprüsünün bir ayağı var......
Tabi bizler de yaş ilerledikçe geçmişe duyulan ÖZLEM'ler...

Yaş ilerledikçe tanıdığım yazarlara yenileri eklenmeye başladı. Ömer SEYFETTİN, Kerime NADİR, Reşat Nuri GÜNTEKİN, Ahmet Günbay YILDIZ vs.
Ufkunuz genişledikçe kitap ve yazar tercihleride değişebiliyor. Bir bakıyorsunuz Aşk romanlarında hayale dalıyorsunuz, ya da bir aşıksanız, aşk şiirinde yanıyorsunuz.....

sev durmadan

kalbimi uzatıyorum
ara sıra sev diye

ara sıra değil
durmadan sev

beklediğim
umduğumdan

kalbimi uzatıyorum
şarkılarımdan

çocukluğumdan
bilmediğimden

sakin sulardan
derinliklerden

kalbimi uzatıyorum
yeraltından yeniden

sıra aramadan
sev durmadan

diyorum sana
çiçeklerim solmadan.


Halim Yazıcı
Sonra kişisel gelişim kitaplarında en güzel ahlak ve erdemlik derslerini alırsınız teker teker....
Güne merhabalar ile başlamayı, gülen yüzlerle dolaşmayı, yardımlaşmayı........ 
MEVLANA, Mümin SEKMAN, Doğan CÜCELOĞLU, Üstün DÖKMEN.....


Selam
         Yola çıkınca her sabah,

       Bulutlara selam ver.

       Taşlara, kuşlara, atlara, otlara

       İnsanlara selam ver.

       Ne görürsen selam ver.

       Sonra çıkarıp cebinden aynanı
       Bir selam da kendine ver.

       Hatırın kalmasın el gün yanında

       Bu dünyada sen de varsın!

       Üleştir dostluğunu varlığınla,

       Bir kısmı seni de sarsın.
Üstün Dökmen
Malakatten bir beyit..
" İrfanım öyle bir mertebeye yükseldi ki
  Bilgisiz olduğumu şimdi anladım"

 " Sana yoldaşlık eden, senden üstün olmalı" mısrasına istinaden ben kitapların üstünlüğünü kabul ettim. En yakın dostum onlar benim........
Kitapsız bir hayat düşünemiyorum, ama aşağıdaki sorularıda sormadan duramıyorum.......

SİZCE ÇOK OKUYAN MI BİLİR? YOKSA ÇOK GEZEN Mİ?

YOKSA GERÇEKTEN ÇOK KİTABI OLAN,ASLINDA YALNIZ BİR İNSAN MI?




İNANDIĞIM



İnandığım doğrular asla değişmedi, sadece inandığım insanlar değişti.

BEKLENMEYEN MİSAFİR

26 Temmuz 2012


Yüzlerce yıl önce, evleri küçük bir baraka olan çok fakir bir adam ve eşi yaşıyordu. Adamın adı Yusuf, eşininki Rabia idi. Sahip oldukları tek şey cılız bir inek idi, bu inekten sağladıkları süt ve peynir ile kendilerini besliyor ve geçimlerini zar zor sağlıyorlardı.
Bir öğleden sonra, güneşin batmasından çok az önce, Yusuf kapının çalındığını işitti ve açtığında şaşkınlıktan d
ona kaldı. Önünde çok iyi tanınan muhterem bir zat duruyordu. Ona arkasında saygıyla duran birkaç öğrencisi eşlik ediyordu.
“Bütün gün yoldaydık, neredeyse güneş batıyor” dedi muhterem zat. “Akşam yemeğinde size katılabilir miyiz?”
Üstat ve öğrencilerinin barakaya girmesi için yana çekilirken “Elbette, elbette” dedi Yusuf. O anda, ocakta durmakta olan eşi omzundan ona baktı. O da çok şaşırmıştı ve büyük üstadın aniden ortaya çıkmasıyla biraz da korkmuştu.
“Çok iyi o zaman” dedi Üstat etrafa göz atarak. “Ama öğrencilerim ve benim çok aç olduğumuzu söylemeliyim. Biraz et, biraz taze sebze ve elbette iyi şarap istiyoruz. Bunları temin edebilir misiniz?”
Yusuf tereddüt etti, ama sonra hevesle başıyla onayladı. “O, evet” dedi. “Bu bizim için büyük bir onurdur ve size tam arzu ettiğiniz şeyleri vermek isteriz. Karımla konuşmama izin verin…”
O ve eşi odanın bir köşesine çekildiler. Rabia endişeyle “Ne yapacağız?” diye sordu. “Bu adamlara istedikleri şeyleri nasıl vereceğiz? Etimiz ya da taze sebzemiz yok, içtiğimiz şarap çok değersiz”
Yusuf bir an düşündü. Sonra, “Yapılacak tek bir şey var. Yiyecekleri almak için ineği satmak zorundayım. Harcayacak zaman yok!”. Ve karısı protesto etmeden önce, aceleyle kapıdan çıkıp gitti.
Bir saat içinde, Yusuf tam olarak Üstadın istediği yiyeceklerle geri döndü ve Rabia bunları aceleyle hazırladı. Ama büyük Üstat yemeye başlayınca, Yusuf ve Rabia onun ne kadar çok yiyip içtiğine şaşırıp kaldı. Tabaktaki yemeği bitirir bitirmez, anında daha fazlasını istiyordu. Yemek makinesi gibiydi! Öğrenciler bile şaşırmıştı. Sanki Üstat her şeyi yemeye niyetliydi.
Son lokmayı da yuttuktan sonra Üstat sandalyesini geriye itti ve ayağa kalktı. “Çok lezzetliydi! Çok teşekkür ederim” dedi. “Şimdi yol için enerjimizi yüklendik, yolumuza devam edeceğiz.” Ve birdenbire öğrencileriyle birlikte geldikleri gibi gittiler.
Rabia kapıyı kapatırken, “Pekala, bu tam bir bela” dedi. “Şimdi hiçbir şeyimiz yok, cılız ineğimiz bile! Ne yapacağız, Yusuf? Açlıktan öleceğiz”
Ağlayan karısını görmeye dayanamayan ve ne yapacağını bilmeyen Yusuf kapıyı açtı ve soğuk gecede kendini dışarı attı. Kısa süre sonra kendini ormanda yürürken buldu, nereye gittiği hakkında hiçbir fikri yoktu. Karısıyla birlikte karşılaştığı bu berbat zor durumu çözmek için ne yapacaktı? Sonra, düşünmeden gözlerini kapattı, dizlerinin üzerine çöktü ve dua etmeye başladı. Kalbinin derinlerinden asla sahip olmadığı şeyler için dua etti – sadece kendisi için değil, uzun zamandır ıstırap çekmekte olan eşi için de.
Tam o sırada, Yusuf arkasındaki çalılıklardan gelen bir ses duydu ve gözlerini açınca açıklık alanda sendeleyen birini gördü. Yaşlı bir adamdı, iyi giyimliydi ama darmadağınıktı, görünüşe göre sarhoştu. Ama Yusuf’u görünce gözleri mutlulukla parıldadı.
“Burada birinin olmasına çok memnunum” dedi yaşlı adam, sözcükleri ağzında geveleyerek. “Tek başıma ölmek istemiyorum.”
“Ölmek mi?” dedi Yusuf, ayağa kalkarak. “Ölmeyeceksin. Sadece biraz fazla içmişsin.”
Ama Yusuf yaşlı adama yaklaşırken, yaşlı adam inledi ve yere düştü. Yusuf onun yanında diz çökerken, adam acı dolu hikayesini anlattı. Çok zengindi, ama ailesinin önem verdiği tek şey parasıydı. Aslında, her şeyine sahip olmak için akbabalar gibi adamın ölmesini bekliyorlardı.
“Ama onlara sürpriz yapacağım” dedi yaşlı adam hazin bir gülümsemeyle. “Tüm hazinemi buraya bu ormana gömdüğümü bilmiyorlar. Hiç bir şey alamayacaklar, çünkü hiçbir şey hak etmiyorlar!”
“Başına bunların gelmesine üzüldüm” diye yanıtlar Yusuf. “Burası soğuk, dinlenmen için sıcak bir yere ihtiyacın var.”
Yaşlı adam başını salladı. “Bunun için çok geç” dedi. “Ama bana karşı o kadar naziksin ki. Bana yıllardır bu şekilde davranan hiç kimse olmadı, nezaketinin karşılığını vereceğim. Burada… Bak…”
Ama ceketinin cebine ulaşırken, öksürmeye başladı. Sonra, aniden sessiz kaldı ve gözleri kapandı. Yusuf ona yardım etmek için hızla eğildi, ama adam ölmüştü.
Şimdi Yusuf daha çok korkmuştu ve kafası karışmıştı. Yanındaki bedene baktı, adamın ölmeden hemen önce cebinden çıkardığı kağıt parçasını gördü. Nazikçe kağıdı alıp açtı. Bunun bir harita olduğunu görerek şaşırdı, haritayı takip ettiğinde gömülmüş olan hayal edebileceğinin ötesindeki hazineyi keşfetti.
Beş yıl geçti. Bir gün büyük Üstat ve öğrencileri yolculukları sırasında yine aynı yerden geçerken karşı yönden gelen güzel bir binek arabası gördüler. Öğrenciler arabaya bakarken, yıllar önce onlara yemek sunmak için çabalayan fakir adamı görünce şaşırdılar. Yanında eşi oturuyordu ve çok zengin görünüyorlardı, hiç dertleri yokmuş gibiydiler.
Öğrenciler açıklama almak için Üstatlarına döndüklerinde, sanki bu onun beklemekte olduğu şeymiş gibi sadece sakince gülümsedi. “Görüyorsunuz” dedi öğrencilerine, “Neşeli, başarılı ve zengin olmak Yusuf’un kaderiydi, ama onun için gerçekten anlamı olan şeyleri istemeyi asla düşünmedi. Tek cılız ineği ile birlikte yaşamının kalanını geçirmekten hoşnut olacaktı. Bu nedenle bundan kurtulması için ona yardım etmek zorunda kaldım.”
Michael Berg – The Secret

GÜÇ ŞİFRELERİ/ DIANA COOPER#2

GÜÇ ŞİFRELERİ/ DIANA COOPER#2

                      http://yuregiminiklimi.blogspot.com/2012/07/guc-sifreleri-diana-cooper.html

Kitaptan seçtiklerim;
  * Kırgın ruhlar iyileşebilirler ve iyileşmelidirler. Köklerinden kopmuş olanlar yeniden güç kazanmak için mutlaka toprak ananın daha derinlerine ulaşmalıdırlar.
 * Öfkenin insana hiçbir yardımı olmuyor.
 * Bizi ayıran değil, birleştiren yönlere bakmalıyız
................

OKUDUM -4- GÜÇ ŞİFRELERİ/ DİANA COOPER#1

23 Temmuz 2012

OKUDUM -4- GÜÇ ŞİFRELERİ/ DİANA COOPER#1

okuyup bitirdikten sonra  serinin 2. kitabına başladım. yine kısa notlarımı paylaşacağım.



HASTA OLMAK İSTEMİYORSANIZ




DUYGULARINI ANLAT
• Saklanan veya baskılanan heyecan ve duygular; gastrit, ülser, bel fıtığı, bel ağrıları gibi hastalıklara yol açar.
• Zamanla, duyguların bastırılması kansere dönüşür. Öyleyse, sırlarımızı, hatalarımızı birileriyle paylaşmalıyız!
• Diyalog, konuşma, kelime çok güçlü birer ilaç ve mükemmel birer terapidir!

KARAR VERMELİSİN
• Kararsız kişi güvensiz, endişe ve ıstırap içinde olur. Kararsızlık, sorunları, endişeleri ve çatışmaları çoğaltır.
• İnsanlık tarihi kararlardan oluşur.
• Karar vermek, diğerlerinin kazanması için vazgeçmeyi ve avantajları kaybetmeyi kesinlikle bilmektir.
• Kararsız kişiler mide rahatsızlığı, sinir hastalıkları ve cilt sorunlarının kurbanıdırlar.

OLDUĞUNDAN FARKLI YAŞAMA
• Gerçeği saklayan, rol yapan, her zaman mutlu olduğu görüntüsü veren, mükemmel görünmek isteyen kişi tonlarca ağırlığı biriktirmektedir. Ayağı kilden olan bronz bir heykeldir.
• Aldatıcı görünerek yaşamak kadar sağlık için kötü bir şey yoktur.Kaderleri ilaç, hastane ve acıdır.

KABULLEN
• Reddedicilik ve kendine saygı eksikliği, kendimizi kendimize yabancılaştırır.
• Kendimizle barışık olmak sağlıklı yaşamın anahtarıdır. Bunu kabul etmeyenler kıskanç, taklitçi, aşırı rekabetçi ve yıkıcı olurlar.
• Eleştirileri kabullen. Bu bilgelik, akıllılık ve terapidir.

ÇÖZÜMLER BUL
• Olumsuz kişiler çözüm bulamazlar ve sorunları büyütürler. Üzülmeyi, dedikoduyu ve kötümserliği tercih ederler.
• Karanlığı kovmak için kibrit yakmalı. Arı ufacıktır fakat var olan en tatlı şeylerden birisini üretir.
• Biz ne düşünüyorsak oyuz.
• Olumsuz düşünce, hastalığa dönüşen negatif enerji üretir.

GÜVEN
• Güvenmeyen kişi iletişim kuramaz, açık değildir, derin ve sağlam ilişkiler geliştiremez, gerçek arkadaşlıkları nasıl kurabileceğini bilemez. Güven olmadan, bir ilişki de olamaz. Güvensizlik sendeki inancın azlığıdır.

Dr. Dráuzio Varella

OKUDUKLARIM-3-TAŞLARIN SESSİZLİĞİ- DIANA COOPER- ÜÇLEMENİN İLK KİTABI

22 Temmuz 2012


Üçlemenin ilk serisini okumaya başladım. Kitap hakıındaki düşüncelerimi umarım yakın zamanda sizinle paylaşacağım.
Altını çizdiklerimden....
*Hiç kimse vazgeçilmez değildir.
*Kartalları yüksekte uçarken vururlar.
*Geleceğini belirleyen sensin.
*Namaska= içinizdeki ilahi gücü selamlıyorum.
*Karma= Teoriye göre her ruh yolculuk halindedir.Dünya üzerindeki düşüncelerimizden, sözlerimizden ve yaptıklarımızdan sorumluyuz ve hepsinin sonuçları vardır işte buna karma denir.
*Ne ekersen onu biçersin
*Yaşamdaki yolculuğunu anlamak istiyorsan, ruhunla bağlantıya geçmek istersin. Sonrasında kendi doğrularını bulmak için vicdanının sesini, yani diğer deyişle içindeki tanrıyı dinlemen gerek.
* Yürümeye yeni başlayan çocuklar güvenli sınırlara ihtiyaç duyarlar.
* Ruhlar dünyaya neden geliyor?  Ruh fiziksel bedene girdiğinde duygular, ilişkiler, cinsellik, para ve pek çok farklı konuda dersler almaya başlar. Dersler evren tarafından düzenlenir ve bize yaşamımızın içinde var olacak şekilde, insan yada olaylar formunda sunulur. test süreçleri sınavlara benzer. İlerlemek için onları geçmek gerekir.
* Korku tehlikeyi çağırır.
* Gülmek iyidir, iyilik tanrıdır.
*İnsanlar negatif olmaya başladıklarında, temiz bir bağlantı kuramaz.
*3. göz? alnın ortasındaki spiritüel nokta. Her şeyi gören göz. Kutsal bağlantı noktası.
*Işığa odaklanmaya devam ettiğimiz sürece karanlık onu etkisi altına  alacak gücü kendinde bulamaz.
* Bu gezegende tesadüf yada şans diye bir şey yoktur.
* Yanılsamalar , herkesin doğru kabul ettiği, fakat aslında doğru olmayan şeyler. O yanılsamalar bizim hayatı algılayışımızı bozuyor.
* Zihin  ve ses ile neler yapılabilir? Bir şey düşündüğünüzde, düşünceniz enerjinin titreşimlerini evrene yayıyor. Yeterince güçlü düşündüğünüzde, düşündüğünüz şeyi gerçekleştirebilirsiniz. Ağzımızı açtığımızda ve kelimeler ağzımızdan dökülmeye başladığında, çıkan ses düşüncelerimizi ateşliyor ve gerçekliği daha hızlı etkilemeye başlıyoruz. Ses titreşimleri çok daha güçlüdür. Atlantis döneminde tümörlerin ses titreşimleri ile yok edildiği söylenir. Ses titreşimlerinin depolandığı kristallerle, araçların hareket etmesi bile sağlanırmış.
* Yetenekliyim ve kendime güveniyorum.
*Aşık olmak harika, fakat aşkla gerçekler karıştığı zaman problemler yaşanmaya başlanıyor.
* Aşık olduğumuzda fantastik bir dünyaya adım atarak, aşık olduğumuz kişinin sadece iyi taraflarını gördüğümüzden söz ediyorlar. İnsanlar birbirlerinin kötü taraflarını görmeye başladıklarında durum değişiyor. Fakat bunun aşkın tam tersi olduğunu düşünüyorum. Aşık olmak bir gerçekliktir. O zaman karşımızdaki kişinin güzel ruhunu keşfederiz. Yanılsama ise, iki tarafın egolarının çatışmaya başlamasıyla ortaya çıkıyor.
* Bize insanların kötü olduklarına inanmamız öğretildi. Bu nedenle,
birbirimizin iyi ve nazik taraflarını görmek yerine, sürekli birbirimizin kötü yönlerini arıyoruz.
*Aşık olduğumuzda karşımızdakinin en iyi özelliklerini görüyoruz. O kişi gerçektende öyle biridir. Bizim gerçeklik dediğimiz şey ise, onların ruhunu gizleyen kişisel özelliklerin yarattığı yanılsamalardır.
*Birbirimizin en iyi yönlerine baktığımız da, onların hakkındaki gerçeğe ulaşabiliyoruz.


100. Sayfadayım geriye kaldı 231:)))

BENDEN BİR TANE DAHA YOK:)))))))))



Kusurlarımı seviyorum
Darılınca suratımı asmayı,
Canım sıkıldığında olur olmaz bağırmayı,
Kıskançlık krizlerimi...
Bazen düşünmediklerimi birden söylemeyi,
...
Bazen herşeyi yüzüme gözüme bulaştırmayı...
Öfkelerimi, kızınca küsmeyi...
Heyecanlarımı, geç yatıp geç kalkmayı...
Yatakta tembellik yapmayı...
Gereksiz para harcamayı...
Bazıları haketmediği halde sevmeyi...
İçimdeki çocuğu, beni seviyorum...
İyi ki varım, iyi ki ben benim...
Ne mutlu bana, çok mükemmel değilim...
Ama benden bir tane daha yok...
Beni seven böyle sevsin,
Sevmeyene de zaten yol verdim, gitsin...

alıntıdır.

KÜÇÜK ŞEYLER




Büyük kızım küçükken –sanırım anaokuluna gidiyordu- sabahları yatağında beş dakika otururdu, ben de karşısına otururdum. Küçük spontan bir oyun oynardık. Ben, bir hayvan, eşya veya bitki rolüne girerdim, o kendisi olurdu ve karşılıklı bir drama veya fabl diyebileceğimiz bir şey sergilerdik. Bir sabah uyandı, oturup battaniyeye sarıldı ve “Hadi bana bir ağaç ol” dedi. O sabah, canım sıkkındı, keyfim yoktu; son günlerde irili ufaklı bir çok olay moralimi bozmuştu. İçime baktım, oyun oynamak istemediğimi hissettim ve dürüstçe bunu kızıma söylemeye karar verdim. “Canım benim” dedim . “Bu sabah keyfim yok, canım sıkılıyor, ağaç olmak istemiyorum.” Bir an durdu ve parmağını uzatarak “Baba tamam” dedi “o zaman üzgün ağaç ol.” Tekrar içime baktım, neşeli bir ağaç olmak istemiyordum, ama üzgün bir ağaç olabilirdim.
Ve üzgün ağaç oldum. Birilerinin meyvelerimi taşladığını, insanların canımı sıktığını anlattım. Anlattıkça, hafifledim, ferahladım. Beş dakika bittiğinde rahatlamıştım. (İfade edilen sıkıntı, çoğunlukla bizi rahatlatır.)
Kısasadan hisse : “Yaşamın her zerresi kutsaldır, değerlendirilmelidir. Güzelliklerden güzellikler çıkar; ama sıkıntılardanda güzellikler çıkarmak mümkündür.
Yazan : Prof. Dr. Üstün DÖKMEN, Küçük Şeyler

OKUDUM -2- KOLLARIMDAKİ YABANCI





Violet Brantford hayatı boyunca kendini hep Raeburn Dükü Adrian Winter'ın arzulu kollarında hayal etmiştir. Oysaki Dük, Violet'in şen şakrak, toplum önünde daha gösterişli tıpatıp ikizi Jeannette ile evlilik hazırlığı içindedir. Ancak Jeannette düğün törenine yalnızca dakikalar kala hayatını dükle birleştirme kararından vazgeçer. Dudu dilli Violet çok geçmeden kendini beyazlar içinde bulur; kardeşinin yerini almıştır. Kısa sürede cemiyet içinde parmakla gösterilen bir hanımefendi olan Violet hayal bile edemeyeceği fantezileri yaşarken gerçek kimliğini bir sır gibi saklamaya devam eder. Adrian ise kendi düşüncesine göre ne yaptığının farkındadır. Her ne kadar Jeannette bencil ve aklı havada olsa da Winter ismini taşıyacak mükemmel bir eş görüntüsü çizmektedir. Fakat dünyalar tatlısı masum eşi onu her defasında şaşırtmakta ve mantık evliliğine dair beklentilerini kökünden değiştirmektedir. Planda yokken Dük'ün içine tarifsiz bir aşk ateşi düşer.Tarihi aşk romanı tutkunlarının bayılacağı yepyeni bir soluk...


Sitesinde takas yapılacaklar arasında.

ESKİDEN


Bizim çocukluğumuzda annelerimiz çalışmazdı.
Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım.
Hatta Babamın bi...le anahtarı yoktu.
Annem evimizin bir parçası gibiydi, hep evdeydi.
Her yere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki.....

En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı.
Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani.
Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık.
Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, oynaya, zıplaya yürüyerek gelirdik.

Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi.
Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık.
Annelerimiz bu durumu bildiklerinden kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi.
Mahallemizdeki teyzeler Annemiz gibiydi.
Susayınca girer evlerine su içerdik.
Ya da pencereden bize bir sürahi bir bardak uzatırlar, hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik.
Kısacacı evine gidip gelen elinde mutlaka yiyecekle dönerdi.
Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi.
Bu bazen bir kurabiye, bazen bir meyve olurdu.

Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık.
Çok garip ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi.
Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştırırlardı bizi...
Polisler gelmezdi kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı.
Sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile olmaz,
onlar nedir bilmezdik bile, asla kanla falan da bitmezdi,
en fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık.

Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık.
Misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop kapmazdık.
Azar işitip, acillere taşınmazdık.
Düşerdik ekmek çiğner basarlardı alnımıza, oyuna devam ederdik.
Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik.

Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim.
Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki.
Komşumu tanımıyorum ama evinin camında,
temizliğe gelen kadını haftada bir görür kolay gelsin der konuşurum.
Onun dışında orada kim oturur hiç bilmem.
Evimizi kendimiz temizlerdik, kapı silmece ;
bilmem kaç kuruş hepimizin elinde bezler güle oynaya bitirirdik işleri.
Evlerimiz var, içinde yaşayan yok.
Parklarımız var, içinde oynayan çocuk yok.
Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar,
ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar...
Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz..

Tahta iskemlelerimizde oturan yaşlılarımız,
onlara dede, nene diye hatırını soran çocuklarımız yok oldu.
Ben kapılarında ' vale ' lerin, ' bady ' lerin beklediği yerlerden hep korkmuş çekinmişimdir.
Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp,
taksidini bitiremediği arabanın anahtarını, hiç tanımadığı birine vermek ters gelir bana.
Benim değildir bu kültür. Ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder.
Nedir bunlar?
Reklamlarla desteklenen beyni, ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk.

Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk.
İyi de neden böyle olduk ?
Biz mi istemiştik? Yoksa birileri mi böyle istedi?..
"Her toplum hakettiği gibi yönetilir" derler ya, hakettiği gibi de yaşar diyelim mi ?