MEYDAN OKUMA 21 / OKUDUKLARIM -15-

21 Şubat 2019




21. Herhangi bir konuda eleştiri hazırlayabilirsin, telefon uygulaması, kitap, müzik ya da restoran ne istersen sana kalmış.

Can Dündar'ın ilk okuduğum kitabı idi. Belki yanlış kitabından başladım ama bu kitap hoşuma gitmedi. Belki konusu itibari ile bana hitap etmiyordu. Kısa kısa denemeler var ve hepsi de aşk üzerine.
Yaşımız aşk için geçkin olunca belki onun için açmadı kitap. Yaşı daha genç olanlar okursa onlara cazip gelebilir.

Umutsuzluk her yanı kuşattığında, umudun vakti gelmiş demektir.
*****
Daha kaç gemi var içinde olmak isterken ardından el sallayacağımız
*****
Hala sevdiceginiz yoksa, henuz kendinizi bulamadiginizdandir.
*****
sevdiğim bir denemesi
KAÇ KOPYAYIZ BİZ
Hiç düşündünüz mü orjinal kişiliklerinizden
Kaç kopya çıkarılabileceğini?
Kaç farklı hayatı bir arada yaşadığınızın far­kın da mısınız?
İstemeden yaptıklarınız isteyip yapamadıklarınız, gündüz yapıp gece pişman oldukları­nızla nasıl çaresizce baş­ka başka dünyalara doğ­ru kanat çırpmaya
çabaladığınızı fark ediyor musunuz?                  
Bir dost nikahının or­tasın da birden bastıran hüznün, bir büyüğün ce­nazesinde karşılaştığı­nız eski bir sevgiliyle çı­ka gelen coşkunun, sizi nasıl kopya kopya çoğalttığını ve tek bir sizden ne çok sizler yarat­tığını biliyor musunuz?                             
Sınırlı bir hayatı çabucak tüketmek için dörtnala koşturup dururken, bir an olsun, durup, geride kaç farklı ayak izi bıraktığımıza dikkat ediyor musunuz?                         
Halen sinemalarda gösterilen "Multipli city" (Dördümüze Bir Eş) işte bu sorulara ya­nıt arıyor. Filmin kahramanı (Michael Kreaton) çağdaş bir hastalığın kurbanı; işinden başını kaldıramayan, oradan oraya koşturmak­tan ne evine, ne sevdiklerine zaman ayıramayan ve sonunda hiçbirşeyi doyasıya yasayama­dan bitkin düşen bir "işkolik"...
Bu çıkmaz sokakta debelenip dururken in­sanların benzerim üretmeyi başarmış bir genetik araştırmacıyla tanışıyor ve kendisinden bir kopya çıkarttırıyor. Böylece işine aslını, evine kopyasını göndererek durumu idare ediyor. Ancak zamanla bu da yetmez oluyor. Kopyalar önce üçe, sonra dörde çıkıyor. So­nunda aynı adamdan, çılgın, serseri, evcil, iş­kolik kopyalar türüyor.
Yönetmen Harold Ramis, güncel bir sûru­nu sinema teknolojisinin de yardımıyla ve mizahi bir dille perdeye taşırken, çağdaş İnsanın iç dünyasındaki kimlik krizini ve karmaşayı da olanca çıplaklığıyla sergiliyor.
Senaryoya bakınca sormadan edemiyorsu­nuz:
Sahi kaç kopyayız biz?                     
Aynı beden içinde kaç farklı ruh halini aynı anda yaşayıp, kaç farklı kişiliğe bürünebiliyoruz?
Bu kişiliklerin hangisi biziz, hangisi fotoko­pimiz?
James Bond filmlerindeki kibar, yakışıklı ve aynı zamanda da güçlü İngiliz salon erkekle­rini hayran hayran izleyen kadın mı size daha yakın, yoksa motorsikletli bir James Dean serseriliğine tutulup maceralar özleyen mi?
Ne zaman Maryl Streep'in çehresindeki duruluğun ve gizemin büyüsüne kapılıp din­gin hayatlar hayal ettiğinizi, ne zaman herşeye boşverip Madonna'nın isyana ve günaha çağıran sesine koştuğunuzu kendinize itiraf edebilir misiniz?   
Huzurlu bir dağ başında sadece ırmak şırıl­tısı ve kuş sesleriyle sakin bir hayatı düşleyen bıkkınlar mısınız, yoksa deniz kenarında bile televizyonlarım ve cep telefonlarını elinden bırakamayan gönüllü kent mahkumları mı? Ya aynı anda ikisine birden özenmenizi nasıl açıklayacaksınız..?
Hangi kopyanız "Kaçıp gidelim uzaklara diyor, siz sıkı sıkıya bu topraklara bağlı dururken...
Üfürükçülük adı altında bastırılmış içgüdü­lerinden cinsel fantaziler üreten din adamla­rını, ölümcül hırslarını sahte bir gülücükle maskeleyen siyaset ikonalarını, maçlarda bi­rer küfür mitralyözüne dönüşen kibar işa­damlarını görünce sistemin ne çok kopya ürettiğine şaşıyor musunuz?
Kinler, sevgiler, öfkeler, kahkahalar ve göz­yaşlarıyla örülmüş, çok kopyalı bir hayatı na­sıl kendinize bile söylemeye cesaret edemedi­ğiniz bir tür iki (üç-dört..?) yüzlülükle yaşayıp gittiğinizi farkediyor musunuz?    
Her akşam haberlerin karşısında genç me­zarların ardından gözyaşı dökerken, sonra nasıl birden unutup kendi bencil dünyanıza çekilebiliyorsunuz?                      
Resmi bir toplantının ortasında, aklınızdan masanın üzerindeki kalın raporun sayfaların­dan oyuncak uçaklar yapıp, tek tek aşağı at­mak geçerken hala büyük bir ciddiyetle kös kös oturuyor olmanızı gülümseyerek mi ha­tırlıyorsunuz, üzülerek mi..?
Aklınızdan geçeni yapamamanın, ruhunuz kopya kopya çoğalırken asıl hayatı tek kopya olarak tüketiyor olmanın bedelini biliyor mu­sunuz?
Kopyalarınızı, orjinal kimliğinizle konuştu­ruyor musunuz hiç...?
İçinizdeki canavar, ruhunuzdaki melekle hesaplaşıyor mu?
Hangisinin ne zaman, nasıl ortaya çıkacağı­nı denetleyebiliyor musunuz?
Siz kopya sandıklarınızın bir bileşkesi misi­niz, yoksa kopyalarınız da aslınıza mı benzi­yor?
Bilmeden her kopyada aslınızı yeniden mi üretiyorsunuz?
Göçüp giderken ardınızda kaç asıl, kaç su­ret bırakacaksınız?
Kaçının hatırlanmasını isteyecek, kaçından utanacaksınız?
Sahi, kaç kopyasınız siz...?
Hangisi sizsiniz, hangisi fotokopiniz...?

                                   Can Dündar

6 yorum:

  1. Etabın en güzel sorusuymuş
    Eleştirileri okumak ise çok keyifli

    YanıtlaSil
  2. Benim de ilgimi çekmiyor deneme yada kısa öykülü kitaplar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında kitap yaşı genç olanlara hitap ediyor gibime geldi malum aşk gençlik çağlarında olur.

      Sil
  3. Eleştiri konusunda çok zorlandım ben ama çok güzel bir yazı çıkarmışsın, eline sağlık :)

    YanıtlaSil