OKUDUKLARIM -117- HASAR KONTROL / DENISE HAMILTON-

30 Kasım 2015

OKUDUKLARIM -117- HASAR KONTROL /  DENISE HAMILTON-

Hafızanı zorla, gerçek orada gizli…


Maggie Silver, önemli müşterilere sahip bir halkla ilişkiler şirketinde başarılı olmak için elinden geleni yapmaktadır. Ancak karşısına hiç ummadığı bir müşteri çıktığında işler karışır. Henry Paxton, Güney Kaliforniya'nın önemli bir devlet adamı olmasının yanı sıra, Maggie'nin lisedeki en yakın arkadaşı Annabelle'in de babasıdır.



Paxton'ın yardımcılarından birinin şüpheli ölümüyle başlayan skandallar zincirini örtbas etmekle görevlendirilen Maggie, yıllar sonra tekrar bu ailenin sırlarla dolu hayatına müdahil olur. Genç kadın, bir yandan lise yıllarında Annabelle'le arkadaşlıklarını bitiren anılarının istilasına uğrarken, diğer yandan uzun zaman önce zihninde yer etmiş bir parfüm kokusuyla sırlar kapısının anahtarına ulaşacaktır.



Hasar Kontrol heyecan ve gerilim yüklü kurgusuyla birlikte, arkadaşlık bağları ve insanın skandallara olan dinmek bilmeyen merakını irdeleyen sürükleyici bir kitap.



ALTINI ÇİZDİKLERİMDEN BAZILARI






DAVID HAWKINS TEN BİR YAZI

23 Kasım 2015

DAVID HAWKINS TEN BİR YAZI

Ünlü bilinç araştırmacısı, Dr. David Hawkins, uygulamalı kinesiyoloji yardımıyla insan duygularını Ölçtü ve her duygunun belli seviyedeki enerji frekansına ve gücüne sahip olduğunu ortaya koydu.

Bu tablo Dünyaca kabul edildi. Şimdi onu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Öne sunulan teorisi ise:

Her bireyin belli bilinç düzeyi vardır. O düzeydeki değer yargıları, inançlar, düşünceler, kurallar, sınırlar toplumun her bireyinde rezonans yaratır. Toplumdaki rezonans eden duygular hangileri daha çoğunluksa - bireyler ona göre tepki, düşüncelerini, duygularını, davranışlarını sergiler. Kısacası, insanın duyguları belli enerji dalgaları oluşturur, hangi duygular daha baskın hissediliyorsa, onlar rezonans ediyor ve daha fazla yayılıyor etrafa. Her duygu belli düşünce ve hayata bakışı ile bağlıdır.
Örneğin:

Utanç duygusu - duygu derecesi + 20. Duygu ölçümü çok düşür, enerjisi çok düşük. Ölümün bir adım öncesi diyebiliriz. Bu düzeyde kişi intihar tasarısı içindedir. Ya da bir seri katil adayıdır. Kişinin tüm nefretinin kendisine yöneldiğini hayal edin. İşte bu yüzden insanın devamli utanç duygu içinde yaşaması - en ölümcül olanıdır. Yok edici utanç, öfke, nefret, içe kapanık, hiç hissetme, paranoyak, psihoz, tehlikeli kişilik, sahte gurur.

Suçluluk duygusu - duygu derecesi +30. Utancın bir adım yükseğidir ancak intihar düşüncesi hâlâ varlığını korur. Kişi kendini bir günahkar olarak görür, eski suç ve hatalardan dolayı kendisini bir türlü affedemez, yargılar. Başaramadıkça, işler yolunda gitmedikçe hep kendini sorumlu tutari suçlar, yargılar.. veya suçluyu dışarda arar, suçlar, yargılar. Gaddar, kinci, günahkar, Suçlu, mazoşist, öfkeli, kurban rolü.

Apati/Tepkisizlik - duygu derecesi + 50 Ümitsizlik ve kurban edilmişlik hisleri hâkimdir. Öğrenilmiş çaresizlik baş gösterir. Evsiz ve ailesiz kişiler bu evrede takılıp kalmışlardır. Çaresizlik, umutsuz suçlayıcı, apati, yoksulluk, hissizlik, birkinlik, bağımlılık (insan, hayvan, madde).

Acı/Keder/Üzüntü - duygu derecesi +75. Bitmez tükenmez bir mutsuzluk, keder ve kaybetme hissi hâkimdir. Diğer deyişle depresyon… Sevdiğimiz bir kişiyi kaybettikten sonra bu safhaya ineriz. Bunlara rağmen tepkisizlik evresinden daha iyidir, çünkü burada uyuşukluktan kaçmaya ve uzaklaşmaya başlamıştır kişi. Devamlı ağlamalı durum, trajedi, drama, kayıp yaşam, bağımlılık, depresyon.

Korku - duygu derecesi +100. Dünyanın tehlikeli ve emniyetsiz bir yer olduğu düşüncesi baskındır. Paranoya da diyebiliriz. Bu seviyenin üstüne çıkmak için genellikle yardıma ihtiyacımız olur. Ya da uzun süre burada kapana sıkışıp kalırız. Tutsak, korku, ceza, kıskanma, endişe, şüphe, totaliter yönetim ve kurtarıcıyı bekleme..

İstek/Arzu - duygu derecesi + 125. Bu duyguyu hedefler koyma ve bunları başarma güdüsüyle karıştırmayalım. Bu düzey bağımlılık, şiddetli arzu ve şehvet düzeyidir. Para, beğenilme, güç ve şöhret için… Tüketicilik, materyalizm evresi de diyebiliriz. Sigara, içki ve yabancı madde kullanımı sık görülür. Kıskançlık, azru, hayal kırıkları, beklentiler, bağımlılık, para prestij ve güç kazanma tutkusu.

Öfke - duygu derecesi + 150. Düş kırıklığı ve hüsran baskındır. Özellikle de daha alt düzeydeki arzuların tatmin edilmemiş olmasından kaynaklanır. Bu düzey ya sizi üst düzeylere ilerlemek için kışkırtır ya da öfke içine hapseder. Yıpratıcı ilişkilerde genellikle taraflardan biri öfke düzeyinde, diğeri de korku düzeyindedir. Kızgınlık, şiddet, saldırganlık, kavgacı, çabuk parlayan, abartılmış arzuların çaresizliğini yaşama..

Kibir/Gurur - duygu derecesi + 175. Kendimizi yavaş yavaş iyi hissetmeye başladığımız basamaktır. Ancak bu, yanlış bir histir. Çünkü dışsal etkenlere dayanır; para ve prestij gibi… Bu yüzden zarar verici ve yıpratıcıdır. Gurur düzeyi kişileri koyu milliyetçiliğe, ırkçılığa ve din savaşlarına sürükler. Nazileri düşünün. Akıl dışı bir yadsıma ve savunma sözkonusudur onlarda! Dinsel tutuculuk da bu düzeyde kendini gösterir. Kişi inandıklarıyla öylesine bütünleşmiştir ki, inançlarına yönelik bir tehdidi kendi varlığına yönelik bir tehdit olarak algılar. Şaşkın ego, mağrur, talepkar, toplumdan onay beklentisi, milliyetçilik, politik, dinsel veya töre, gelenek tutumları. duygusallığa önem vermeme, soğuk mantık.

Cesaret - duygu derecesi + 200. Hakiki güç düzeyidir. Burada yaşamı ezici ve bunaltıcı değil kışkırtıcı ve heyecan verici görmeye başlarız. Kişisel gelişimimizin kokusunu alırız yavaş yavaş. Ancak bunu yetenekleri geliştirme, kariyer yapma, eğitim ve benzeri şekilde tariflerle ifadelendiririz. Geleceği geçmişin bir tekrarı değil, bir gelişim süreci olarak görürüz. Güç, cesaret, yeniyi deneyimleme, özelleştireye açık, gelişime açık, üretkenliğe geçiş.

Tarafsızlık - duygu derecesi + 250. Bu düzey en iyi “yaşa ve yaşat” ilkesiyle özetlenebilir. Kişi esnek, rahat ve bağımsızdır. Kimseye hiçbir şeyi ispat etme derdinde değildir. Kendini güvende hisseder, çevresiyle ilişkileri gayet iyidir. Serbest meslek sahibi kişilerin büyük kısmı bu evrededir. Çok rahat bir düzeydir. Kişi kendi kendine yeter, bazen de tembelliğe yatar. İhtiyaçlarını önemser ama onlar için kendini zorlamaz ve tehlikeye atmaz. Çok da önemli değildir hani! Nötr, güven, deneme, tatmin, içsel gücün ve güvenin başlangıcı, yargılamayan, özgürlükçü.

Hazırlık - duygu derecesi + 310. Şimdi kişi güvende ve rahattır. Enerjisini etkin bir biçimde kullanmanın zamanı gelmiştir. Kendi kendine yetmek artık yeterli değildir. Daha iyisini, hatta yapabileceğinin en iyisini yapmayı kafasına koyar. Tarafsızlık evresinde önemsemediği zaman yönetimi, verimlilik, organize olma kavramları üzerine kafa yorar. Bu düzeyi istek ve öz-disiplinin gelişmeye başladığı düzey olarak kabul edebiliriz. Bu evrede kişiler toplumun şövalyesidirler; başarırlar ve aksiliklerden şikayet etmezler. Bilinç daha organize ve disiplin altına alınmış haldedir. Optimist, teşvikli, umut eden, açık fikirli, istekli, dost, bütüne katkıcı, yüksek özsaygı.

Kabul etme - duygu derecesi + 350. Kişi dünyadaki rolünün getirdiği sorumlulukları kabul eder. İnisiyatif fırsatlarına karşı tetikte ve uyanıktır. Bu düzeyde kişi yaşamı üzerinde daha yetkilidir ve yeteneklerini keşfedip kullanmaya başlar. Hedefler koyma ve bunlara ulaşma evresidir. İyi gitmeyen bir şeyler olursa (kariyer, sağlık, ilişkiler…) kişi ne istediğini belirler ve bu doğrultuda gerekli değişimleri gerçekleştirir, adımları atar. Yaşamının büyük resmini belirgin bir şekilde görüyordur artık. Bu dönemde kişiler yeni kariyer olanakları yaratırlar, yeni mesleklere yönelirler ya da farklı beslenme şekilleri uygularlar.
BU DÜZEYDE OLAN İNSANLAR - RADİKAL AFFETMEYE AÇIK, MANEVİ YAŞAMA VE BAKIŞ AÇILARI AÇIK. BU DÜZEYDEKİ İNSANLAR DEVAMLI KALINCA HAYATLARI 3D'den - 4D'ye GEÇMEKTEDİR.
BEDEN - BİLİNÇ - RUH - DÖNÜŞÜM NOKTASINDALAR.

+350 DUYGU DÜZEYİNDE KALABİLMEKERİ DE EN KOLAY YOL - RADİKAL AFFETME SAĞLAMAKTADIR.

AYRICA BU SEVİYEDE UZUN SÜRE KALAN İNSNANIN SOSYAL YAŞAMA VE DİĞER İNSANLARA OLUMLU VE DÖNÜŞTÜRÜCÜ ETKİSİ + 200 000 KİŞİ.
YANİ 1 KİŞİ + 350 de iken etkisi + 200 000 kişiyedir. Yani bu kişilerin enerji vibrasyonları ve duyguları yükseltmektedir.

Kaynak: (David Hawkins yazıları)
Alıntıdır.

İZLEDİKLERİM -51-

21 Kasım 2015

İZLEDİKLERİM -51-

Polonya'nın küçük bir kasabasından yokluk çektikleri ve maddi durumları olmadıkları için New York'a yerleşmeye karar veren Ewa ve Magda, iki kız kardeştir. Aslında para kazanmak ve kendi hayatlarını kurabilmek için New York'a taşınan iki kız kardeş, Ellis Ada'sın da bir sağlık kontrolünde kötü bir engele takılır. Zira verem olduğu ortaya çıkan küçük kız kardeş Magda, ablasından ayrılarak karantinaya alınır. Şimdi Bilmediği bir şehirde tek başına kalan Ewa, Bruno isimli bir adamın tuzağına düşer. Bruno, kadın ticareti yapan ve insanların zaaflarından yararlanan aşağılak bir adamdır. Kız kardeşini kurtarmak için bu yolda ilerlemeye başlayacak olan Ewa, kendi gücünü topladığında herkesin canını okuyacaktır. 

Kadın vücudunun bir meta olarak kullanılması beni kızdıran bir durum, ne yazık ki bu filmde  de bu mevcut. Sadece konu açısından buraya ekliyorum... izlemek ya da izlememek size ait..

Umudunu kaybetme sakın, gecenin en karanlık anı şafak sökmeden öncedir.
Çoban kayıp koyunlar ağıla dönünce daha da sevinmez mi?  Bütün ruhlar kurtarılabilir. Kendi inancını asla kaybetmemelisin. 



Evan evleri soyulduktan sonra taşındıkları yerde Jessica yeni tanıştığı komşusunun büyük bir sırrı olduğunu keşfeder.



Emekli bir FBI suçlu analisti, garip bir seri cinayet davası için tekrar göreve çağırılır. Dava gariptir çünkü davanın çözülebilmesi için kendi kanını da analiz ettirmesi gerekmektedir.



Orta yaştaki bayanlar bir basketbol takımın da buluşurlar. 

Her ne kadar orta yaşta olsalar da hepsi de gençlik yılların 

da basketbol takımların da yer almış ve başarılı olmuş 

kişilerdir. Bu birleşme ise birer meydan okumadır.



Küçük bir adada annesi ve babası ile yaşayan 16 yaşındaki 

marie bir gün vücudunda tuhaf değişiklikler olduğunu görür. 

Bu esnadada kasabada ölümler başlar. Çok geçmeden de 

annesinin sakladığı sırrın ortaya çıkması ile birlikde hayatı 

bambaşka bir yöne doğru girer.



Cold Rock kasabası kimsenin çözemediği bir lanetle karşı karşıyadır. Zira kasabanın küçük çocukları geride hiçbir iz bırakmadan teker teker kaybolurlar...

HİÇ KİMSE SENİN İÇİNİ GÖREMEZ. ÖZGÜVENLİ GÖRÜNÜRSEN, ZAMAN İÇİNDE GÖRÜNDÜĞÜN KİŞİ OLURSUN

20 Kasım 2015

HİÇ KİMSE SENİN İÇİNİ GÖREMEZ. ÖZGÜVENLİ GÖRÜNÜRSEN, ZAMAN İÇİNDE GÖRÜNDÜĞÜN KİŞİ OLURSUN

Bu resim  PSİKEART dergisinin son sayısından.
Günler kısaldı, ama havalar hala güzel, kazakları giymeye başlamadık... 
Yapraklar hala dökülüyor, bu gün bahçedeki ceviz ağacının dökülen yapraklarını topladım, ateşe verdim. Bunu bir defa yaptım ama, yaprak süpürmeyi ateşe atmayı 3-4 defa yaptım artık mücadele etmeyi bıraktım. Temizlediğim alan yarım saat sonra sanki hİç temizlenmemiş gibi....


Sağlık ocağından dönüşte çekilmiş bir resim..

Bu gece habersiz bize gel.. 
Merdivenler gıcırdasın boşver aldırma. 
Öyle yorgunum ki hiç sorma. 
Sen halimden anlarsın.. 
Sabaha kadar oturup konuşalım. 
Kimseler duymasın! 
İnsanlardan buz gibi soğudum. 
İşte yalnız sen varsın. 
Öyle halsizim ki hiç sorma.. 
Zaten Anlarsın.. 
-Cahit Külebi -


Bazen evden çıkabiliyorum, babam artık mama ile besleniyor, yaralarımız açıldı. Gündüz devamlı uyuyor, gece ise uyumuyor...Onun bakımı ile uğraşıyorum. Allah yatan tüm hastaların yardımcısı olsun. Bu karede hastane tahlillerini aldıktan sonra bir kahve molası verdiğimde çekildi. 


Bu karede PSİKEART dergisinden..



Bu kitaplarda elimde yarım yarım okumaya çalışıyorum.. Gündüz ev işi, elişi, filan derken geceye okuma kısmı kalıyor.


Film izlemeye de devam ediyorum, çalışırken vakit bulamadığım izleyemediğim filmleri izlemeye devam.. 18 ayda 350 film izlemişim..


Telefonumu yeniledim, SAMSUNG NOTE 5 aldım, bu aralar resimler ile oynuyorum hep...



Her iki foto da bahçeden...


Duyguların vücudumuza verdiği enerji değerleri, bunları dikkate almak lazım....


YORUMSUZ!!!!!!!!!

Başlık SON HASAR kitabındandır...


HASTALIKLARI SAKİNLEŞEREK KOVUN

17 Kasım 2015

HASTALIKLARI SAKİNLEŞEREK KOVUN

Her türlü hastalığın kaynağı huzursuzluk. Tedirgin edici duygular ve endişelerin yarattığı gerilim. Ve bütün bunlarla iç içe yaşayan insan. "Ne olur, bir parça sakin kalabilsem!" dediği halde bunun için ne yapacağını bilemeyenler için;
İşte, Paul Wilson'dan sakinlik için son derece basit,uygulanabilir sırlar. Teri Roditi bunları hazırlarken bana dönüp "aslında bunların hepsini biliyoruz, fakat uygulamıyoruz" dediğinde şöyle cevap verdim;
Çünkü, birilerinin tavsiyelerine ihtiyacımız var. Ve ben şimdi, hemen bugünden itibaren uygulamaya başlamanızı tavsiye ediyorum.
Bir parça sessizlik taşıyın:
Bütün dikkatinizi sessizliğe yöneltin. Tabii bunun için önce sessiz bir köşe seçmeniz gerekiyor. Sonra konsantre olun.Sessizliğin size geldiğini anlayacaksınız, onu dinleyin. Sonra da bu sessizliği gittiğiniz her yere götürün.
Zaman harcayın:
Çok çalışan insanlar hiçbir zaman eğlenceli aktivitelerle vakit geçirmezler. Fakat, çok çalışan insanlar için eğlenceli geçirilen zaman, harcanmış vakit sayılmaktan çok uzaktır.
Nefesinizi dinleyin:
Nefesinizin sesine konsantre olduğunuzda, soluk alıp verdiğinizi gerçekten duyduğunuzda, kendinizi son derece huzurlu hissedeceksiniz. Bunun için derin soluklar alın. Ve bir çiçeği kokladığınızı hayal ederek nefesi içinize çekin.
Vakti gelince endişelenin:
Endişelerin çoğu gelecekle ilgilidir. Birçoğu asla gerçekleşmeyecek olayların etrafında dönüp durur. Bu nedenle yaşadığınız zamana konsantre olun. Böylece "gelecek", kendi başının çaresine bakacaktır.
Nane için:
Eğer daha uyarıcı olan kahve veya siyah çay içmeyi tercih ediyorsanız, sakinleşmeyi unutun, boşa harcanan zaman demektir. Ya da nane çayı gibi bitkisel çayları tercih ederek sakinleşmeye yardımcı olun.
Hassas ayakkabılar giyin:
Herhangi bir refleksolojist size gerçek rahatlamanın ayaklardan başladığını söyleyecektir. Açıkça görülüyor ki, rahat ayakkabılar giymek, hiç ayakkabı giymemiş olmak kadar rahatlatıcıdır.
Her şeyin içinde en iyiyi arayın:
İnsanlarda ve olaylarda en iyiyi aramayı alışkanlık haline getirin. Bu basit yaklaşımın sizi sakinliğe götürecek iyimserlik ve pozitiflik yarattığını anlayacaksınız.
İnsan olduğunuzu düşünün:
Kusursuz ve mükemmel olmayı başkalarına bırakın. Ne olduğunuzu, kim olduğunuzu düşünün ve bulunduğunuz halden mutlu olun,sonuç olarak daha rahat olacaksınız.
Çocukları izleyin ve ders alın:
Çocuklardan sakinlik (huzur!) dersi alın: Onların her anlarını, nasıl sadece ve sadece o anın zevki için yaşadıklarını seyredin. Kendinizin de böyle olabileceğinizi düşünün.
Sakin düşünün:
Sakin düşüncelere sahip olun. Sakin manzaralar hayal edin, sakin sesleri anımsayın ve ne hissedeceksiniz tahmin edin, bakalım.En iyisi tahminle vakit geçirmeyip hemen uygulamaya başlamak. En iyisi de bir deniz kenarında engin suları seyretmek. Denizin olmadığı yerde gökyüzünün derinliklerine bakabilirsiniz.
Portakal çiçeği spreyleyin:
Bir bardak maden suyuna 3 damla portakal çiçeği yağı ekleyin ve rahatlama ihtiyacı hissettiğinizde etrafa bir sprey ile sıkın.
Beyaz giyinin:
Giydiğiniz giysilerin nasıl hissettiğiniz yönünde ciddi etkileri vardır. Bedeninizi sıkmayan rahat giysiler, doğal kumaşlar ve açık renkler hep sakinleştirir. Bu yüzden yogiler hep beyaz giyerler.
Sahip olmak ile yaşamak arasındaki farkı tanıyın.
Bebek gibi uyuyun:
Uykunuzu engelleyen her şey kahve, kola, alkol sakin olabilme yeteneğinizi engeller. Bunları içmek yerine ihtiyacınız olduğu kadar uyuyabilmek için gereken ne ise onu yapın.
Gülümseyin:
Gülümsemek yüzünüzdeki başlıca bütün kasları gevşetir. Aynı zamanda kendinizi iyi hissetmenize yardımcı olacak müthiş bir etki yaratır.
Daha az nefes alın:
Oldukça rahatlamış bir insan dakikada sadece 5-8 defa nefes alır. Nefesinizi bukadar düşürdüğünüzde çabucak rahatlayıp gevşeyeceksiniz.
Güzellik saçın:
Hayatta nereye giderseniz gidin, ne yaparsanız yapın, bir parça güzellik katmak için gayret edin veya zaten varolan güzelliği geliştirin.
Biraz gözyaşı dökün:
Ağlamanın hem duygusal, hem de fiziksel rahatlatıcı bir yanı vardır.
Günbatımını hayal edin:
Günbatımları bazen hüzünlü olmalarına rağmen her zaman huzurludurlar.Ve pembe olanları daha da huzur yüklüdür.
Cumartesi olduğunu hayal edin.
Değişin:
Gergin durumlarla başa çıkmanın iki yolu vardır, ya onları değiştirirsiniz ya da onlara bakış açınızı değiştirirsiniz. Bakış açınızı değiştirmek daha zordur, fakat kişiyi aydınlatır.
Kol saatinizi çıkartın:
İşte, en çarpıcı sakinleştirici. Hiç saatinizi çıkarttığınız zaman ne kadar sakinleştiğinize dikkat ettiniz mi? Zaman zaman saatinizi çıkartın ve zamanın baskılarından kurtulun.

-ALINTI-

ÖDÜLLÜ BLOG KEŞİF ETKİNLİĞİ | HAYATIM VE HATIRALARIM

16 Kasım 2015

ÖDÜLLÜ BLOG KEŞİF ETKİNLİĞİ | HAYATIM VE HATIRALARIM
ÖDÜLLÜ BLOG KEŞİF ETKİNLİĞİ | HAYATIM VE HATIRALARIM




Yeni bir konsept,  farklı bir etkinlik ile sizlerin karşısındayız. Yapacağımız bu etkinliğin sıradan bir etkinlikten farklı bir amacı olduğunu hatırlatmak istiyoruz. Birincil amacımız yeni blog yazarı arkadaşların keşfini sağlamak. İkincil amacımız blog yazarı arkadaşların temel kaynaklarından biri olan kitaplara ulaşmasını sağlamak. Üçüncül amacımız blogların en büyük tanıtım araçlarından biri olan reklam çalışması ile yeni kitlere ulaşmasını sağlamak. Dördüncü amacımız ise bu keşifle birlikte blog yazarlığı camiasında büyük bir sinerji yaratmak.

Şimdi bu güzel "Ödüllü Blog Keşif Etkinliği" ödüllerinden ve katılım şartlarından bahsetmek istiyorum.

Çekiliş Ödülleri


1      Kitap Yurdu’ndan Kitap Hediyesi

a-       1 kişiye 40 TL’lik kitap

b-      1 kişiye 30 TL’lik kitap

c-       1 kişiye 20 TL’lik kitap

2      Banner Reklam Hediye

a-       1 kişiye 1 aylık 150x150 banner

b-      1 kişiye 1 aylık 125x125 banner

Çekilişe katılım kuralları


1-      Çekilişi duyuran bir yazı hazırlayıp bloğunuzda paylaşın.

2-      Çekiliş tanıtım yazısı içerisine aşağıdaki yazıyı ekleyin.


Kişisel Blog Yazarı doktorhayat.com ve Blog Tanıtım Sitesi blogumutanit.com'un   ortaklaşa geçekleştirdiği çekilişe tüm blog yazarları davetlidir. Çekiliş hakkında bilgi almak için buraya tıklayın.

3-      Doktor Hayat ve Blogumu Tanıt’ı İzleyiciler kısmından takibe alın.

4-      Çekiliş yazınızı en az 1 sosyal medya hesabınızdan paylaşın.

5-      Bu yazının altına yorum kısmından çekiliş duyurusu yazınızın ve sosyal medya paylaşımınızın linkini ekleyin.


 Hak Kazanmak için


1-      Takibe aldığınız her sosyal medya hesabı için +1 puan

2-      Çekilişi duyurduğunuz her sosyal medya paylaşımı için +1 puan

--   Sosyal medya paylaşım linklerinizi yorum kısmında paylaşmayı da unutmayın.


Çekiliş Takvimi

1-      Çekiliş Başlangıcı: 13 Kasım 2015

2-      Çekiliş Bitişi: 13 Aralık 2015

3-      Çekiliş Sonucu Bildirim:  20 Aralık 2015


Önemli Bilgiler

1-      Çekilişe katılmak için tüm kuralları yerine getirmelisiniz.
2-      Çekilişe yeterli katılım sağlanmadığı takdirde çekiliş süresi uzatılabilir.
3-      Herkese başarılar dileriz.


öğrendim, sizde katılın


MUTLULUĞUMUZ NEREDE SAKLI?

15 Kasım 2015

MUTLULUĞUMUZ NEREDE SAKLI?

Her insanın farklı, her insanın kendine has oluşu, dünyanın çeşitliliğini, aynı zamanda anlama, anlaşılma zorluğunu beraberinde getirir. Kendimize yalın ve tarafsız bakabilirsek neler gözlemleriz? Beğendiğimiz, beğenmediğimiz nice özellik ve çevremizdekiler için de öyle. Kimilerini daha çok yakın görür, kimilerini ise sevebilmemiz, oldukça zorlamadır ya da sevmemeyi seçer, anlamamayı uygun görürüz. Kişisel onca sebebin dışında, genelde takdir gören kişiler ,insancıl dediklerimiz, egolarından olabildiğince arınmış olanlardır.
Yine de bu yaşamı bir yarış ortamı gibi algılama, egomuzun en baş oyunlarındandır. Daha iyisi olayım, göz yaşım içeri, kahkaham dışarı olsun. Çevremizi farklı, tarafsız gözle inceleyebilirsek, ne malzemeler çıkacaktır aslında. Birisi mutlu iken, saf ve gerçek anlamda, onun mutluluğunu paylaşabiliyor muyuz? Birisi mutsuzken, "benden daha kötüleri var" diye düşünmenin, içten içe sevinci dışında, onun aşağılarda, zaten bitmiş olduğu kanısı dışında, gerçekten acısını paylaşabiliyor muyuz? Hadi hepsini bir yana bırakalım, belki de insancıl olmak, o denli umurumuzda değildir. Peki mutlu olmak??
Hadi bu kerelik, tek ego işini, kendi mutluluğumuza adayıp, kalan her şeyi maksimum egodan arındıralım. Kendimizde ya da başkalarında gördüğümüz şükürsüzlük ve ben daha iyiyim kanıları olmadan, aslında gerçek ve kalıcı mutluluğu yakalayabileceğimizi bilsek, yine de vazgeçemez miyiz yılların kalıntı duygularından? Çevrenize bakın, gözlemleyin, 100 üzerinden 90'lık mutlu olması gereken bir neden varken bile, yakınlarınızın 10luk kısım için, şikayeti öne aldığını gözlemlediniz mi hiç? Peki ya siz.? "Evet x x oldu ama şuna canım çok sıkıldı" diye bahsettiğimiz nice konular vardır. Belki biraz vahlanmalar istiyoruz, çevremizde "ahh ne sıkıntılar çekti yine de ayakta durdu" denilsin diye ,belki de gerçekten hep bardağın boş tarafında gözümüz. Peki gerçek anlamda ne zaman mutlu olacağız??
Şunu aklımıza koyalım önce, hep daha iyisi vardır. Dünyanın en güzel kadını olarak esmer birisi seçilir, ama birisi esmerlerden hiç hoşlanmaz, yine kaybeden olur. Paranın en çok olduğu kişi, mutsuzluktan kıvranıyordur, ikinci kişi hemen ardında onu zorluyordur çünkü. Daha iyi olma hırsı, kompleksleri, bizleri sadece mutsuz yaparken, neden hala o ego oyuncağının, küçücük oyun parçası oluyoruz ki ??? Örnekler kitaplar dolusu, ciltler dolusu verilebilir. Peki, mutsuz olmak için sayısız sebep varken, mutluluk için tek bir şey yeterliyse, nedir onu bizim elimizden alan? Gerçekten mutlu olmaksa amaç, üzümse niyet, bağcıyı dövmeye çalışmakla neden bu uğraş?
Ben, mutluluğu hiç olma uğraşında yakaladım. Kamil insanların hiçlik yolu kadar değil elbet, ömür yetmeyecekti büyük ihtimal, o yolu tamamlamaya ama kendi acizliğimizde hiç olmak. Kayıplar yok, iddia yok, hırslar kıskançlıklar yok, bizi hasta insan yapabilecek herşeyden uzakta, "hiç" olmak. Çok şey olmaya çalışmak, kendi beğenimizi kazanmak dışında neye yarar ki ? Başkalarının beğenisini toplamaya!!Düşünelim biraz daha, biz dünyadaki tüm iddialarda başta olalım,her şeyin en iyisi, en güzeli bizde olsun, karşımızdaki yine egosundan, kendi görmek istediği doluluk kadar, bizi dolu sayacaktır, ne kadar beyhude bir uğraş. Hastalanacak kadar azmettik ama o görmek istediği kadarını gördü. Kaldık yine, kendimize verdiğimiz değerle başbaşa.
Şu dünya zamanında, ayakta çarık, üstte aba, yalın gezmek değil elbette bu hiçlik. Elimizden geleni sergilerken, doğamıza uygun adımlar atabilmek. Aslında içinde aktığımız nehirin suyunu, biz ayarlıyoruz. Coştuğunu hayal ettikçe, terse küreklerle başarmak adına, ispatlar adına, kan ter içinde mutsuz ve yorgun bitap düşüyoruz. Kuş ne olduğunu biliyor, açlığını doyuruyor, yuvasını kuruyor, evlatlarını koruyor. Ağaçlar önce köküne, sonra dışarı doğru büyüyor, "ben çam ağacıyım, ama dilersem çınar da olurum" diye kendini mutsuz kılmıyor. Doğa bizden ayrı mutlu, onun saf kabullenişle, şarkılarını duymamak sağırlık olur. Tüm canlılar, tüm maddeler ne ise onun içinde gelişiyor, bütünün parçasını olduğunu bilerek. Hür irademizi, başkalaşmak için kullanıp, düpedüz mutsuz olan sadece bizleriz.
Hiç isek kaybımız nedir? Bize parmağını sallayarak, yağmur gibi eleştri yapan insanlar," sen de kimsin, şu kadar bu kadar kötü yanın var" dediğinde gülümseyerek hiçim diyebilmek...Denesek ve hafiflemenin verdiği müthiş duyguyu tadabilsek... Gerilim yok, itirazlar yok, kavgaya dönüşemez ki...Boş değil hiçim, içimi dolduracak, benim var oluştan aldığımdan başka şey değil. En tombul su damlası olmaya çalışsam ne ki?? Derya da bir su damlasıyım, birisi gelir bakar der ki az sonra buhar olacak kadar hiçsin, evet hiçim, bir başkası bütünden bakabilir, deryayı görür evet deryayım. Hiçlik, küçülerek büyümek gibi görünür, kimin umurunda.
Telaşlar, korkular, mutsuzluklar, bir bir öldürür kendini. Düşünebiliriz, dünyaya iz bırakmış insanlar, hiçim deseydi, bunca icat, buluş, kurtuluş, kahramanlık yaşanamazdı diye, bence tam tersi. Kuşun, kuş olduğunu bildiği anlamda, kendi doğasındayken çaba ,emek var eder kişiyi. Çağlayan nehire, ters kürekle başa dönebilmiş yoktur. Doğasını bilip, enerjisini olağanca gücüyle ancak kendini kan ter içinde bırakmış insan vardır. Emeği aktığı yönde akıtan, egolarından arınmış, idealleri neyse onun için emek verebilenler başarabileceklerini başarırlar...Çok değerli bir dostumun dediği gibi, nehirin içinde su olup akmasını bilenler, ancak verdiği emeği boşa tüketmeyenlerdir.
Ne olmaksa amaç, evrenin içinizde bıraktığı, sizi yanıltmayan sesle gerçekleşebilir. Mutsuzluk mu, artık imkansızdır. Farkında olan kişinin, mutsuz olabilmesi imkansızdır. Gerekçelere bağlı insanlar, ancak mutsuz olabilir.X olursam çok mutlu olacağım dendiği an, mutsuzluk kapısı sonuna kadar açar kendisini. Başlar yine, arpa boyu yol alamayacak, beyhude kürek çekmeler.Anda kalın derken, doğanızda anda olması gerektiği gibi kaldığınızda, mutluluğu kendinizden uzaklaştırmak imkansızdır.
Ne istiyoruz, gerçek mutluluk mu? Belki aylarca yazılır ama özü şudur ki; Mutluluk değil, mutsuzluk özel çaba gerektirir.Gerçekten farkında olmaya başlayana....
  • Alıntı...

BURÇLARIN YALANLA İLİŞKİSİ

13 Kasım 2015

BURÇLARIN YALANLA İLİŞKİSİ

Hiç yalan söylemeyen kişi yok gibi bir şeydir. Ama bazı insanlar bunu annesinin memesinde öğrenmiş gibi doğallıkla yaparken, bazıları yüzüne gözüne bulaştırmayı özenle becerir! Burçlara göre ”yalan atma” yeteneği hakkında sivri, hınzır ve cüretkar yorumlar… Buyurun efendim;
KOÇ: Koç’un eğilimi yalan söylemekten ziyade olanı abartmak yönündedir. Hani bir mekana iki üç kere gittiyse, orada itibarının yüksek olduğunu ima etmek, tatile gittiğinde eskaza bir ünlüyle aynı otelde kaldıysa, bütün yazı al takke ver külah geçirdiklerinden dem vurmak gibi zararsız şeyler. Ne var canım yani… niyahetinde onun şahsiyeti hakkaten fırsatını bulsa bütün bunları yapmaya yetmez mi? ELBET YETER! Öte yandan Koç insanı adlı sanlı bir şekilde yalan söylemese daha iyi eder! Zira insanlarla ilgili detaylara fazla dikkat etmeyi sevmediklerinden, daha sonra attıkları adımlarda kime ne anlattıklarını hesap etmeye üşenirler. Akıllarına eseni yapmaya meraklı oldukları için de, kendileri ile ters düşecekleri ihtimaline aldırmadan davranırlar. Yani ortalık biraz fazla karışabilir. Ama Koç’un böyle rezilliği çıkan durumlarda bir de rahatlığı vardır! Çok üstüne geldiler mi; ”Aaaa Allah Allah canım! O zaman öyle icap etti öyle yaptık. Şimdi böyle icap etti başka türlü yaptık. Sizin aklınız ermez!” deyip herkesi yıldırır.
BOĞA: Boğalar yalan söylemezler! Sadece gerçeğin belirli kısımlarını gözden saklamak konusunda uzmandırlar. MAHREMİYET anlayışları güçlüdür. Onların adap ve güvenlik anlayışına göre herkes her şeyi bilmek zorunda değildir… Yani yiğidin malı meydanda gerek düsturu Boğa’nın anlayışına ters düşer. İç güdüleri onlara kime neyi ne kadar anlatmaları gerektiğini dikte eder. Yani en azından Boğa böyle olduğundan emindir. Ayrıca oldukça kalabalık bir tavanaraları olduğu için, her önüne gelenin hayatlarına burun sokmasını, gerekli gereksiz sorular sormasını da istemezler! Bir Boğa ile muhabbet ederken, mümkünse bazı konulara girmek için onun istekli olmasını bekleyin. Zira fazla meraklı insanlar karşısında kendilerini geri çekerler! Yıllarca aynı iş yerinde çalıştığınız ve size ”eski evliliği” hakkında hiç bir şey söylememiş olduğu için müzmin bekar sandığınız Boğa arkadaşınızın, Nedamet Yengenin kuzeninin eski karısı olduğunu, cinnet geçirmemek için resim albümlerini karıştırdığınız bir bayram günü gördüğünüz bir fotoğraf yüzünden öğrenebilirsiniz. Ertesi gün durumu kendisine aktardığınızda ise, sadece ”Nasıl tanıdın valla bravo! O zamanki saçımla çok farklı görünüyordum.” deyip, sakince başını önündeki dosyaya eğebilir… Ay deli olmak işten diil.
İKİZLER: İkizler yalan söylemez! O anlattığı hali duygu ve fiziki belirtiler itibariyle bifiil yaşar. Yaptıkları şeyin adına yalan deyip geçmek, emeğe haksızlık olur. Onların yaptığı daha ziyade senaryoyu tanınmayacak hale getirecek kadar ”yeniden yapılandırmaktır”. Onları yalancı çıkartmaya çalışanları kendilerinden şüpheye düşürecek kadar etkili ve enerjik bir stilleri vardır! ”Olm Hakan o gün senin orada olmadığını söylüyor.” dediğinizde, ”Saçmalamasın o Eşşolubeşkulak! Astigmat bakışlarını yanındaki hatunun pempe dekoltesine zumladığı için beni göremediyse ben naapiyim.” tarzı olaya adı karışanları da zan altında bırakan açıklamaları pek ünlüdür! Hatta kendisiyle yüzleştirilen kişilere; ”Abi yapma… Ben içeri girdiğimde sen o sarışın hatunla yanyana değilmiydin? El salladım da üstünkörü cevap verdin. Terlediğin için koltukaltındaki lekeler gözükmesin diye kolu fazla kaldırmıyorsun sandım. Nıhıhahahahhaa” tarzı akıllara ziyan detaylarla dolu bir karşı saldırı düzenlemesi… Üstüne bir de ”Moralimi çok bozdunuz ya! Bana bi bira ısmarlayın yoksa affetmem.” diyerek sizi mahcup pozisyona sokması dahi mümkündür. Sonuç itibariyle onu bir süredir tanıyan hiç kimse bu halleri yemez! Ama yüzüne karşı ”yalancı” muamelesi yapmayı da kimsenin gözü yemez.
YENGEÇ: Malum herkesin bir becerisi vardır… Yengeç’in becerisi de yalan söylemesini gerektirecek durumda kalmamaktır. Hiç hata ya da kaçamak yapmadığını zannetmeyin. Onun uzmanlık alanı yaptığı şeye DİKKAT ÇEKMEMEK’tir! Yengecin zekasını ve detaylar konusundaki hassasiyetini küçümseyenler, çoook yanılmaya mahkumdurlar! Bir iş karıştıracakları zaman uslu akıllı, acelesiz, temkinli ve tam donanımlı bir harekat planıyla davranır, hiç bir şeyi şansa bırakmazlar. Eskaza yakalanırlarsa da, hiç bir şeyden haberleri yokmuş, onlar bambaşka birşeyin şeyini şeyttirmek için oraya şoolmuşlar gibi hareket eder, bir yanlış anlamaya kurban gittiklerini iddia etmekle kalmayıp, bir de farkına varmadan içine düştükleri bu tehlikeli durumun etkisiyle heyecandan bayılmak, ”iyi ki burdasınız” diye kendilerini yakalayanların kollarına atıp, gözyaşlarını onların omuzlarına silmek ve buz kesen elleri ayakları ısınsın diye kendilerine sıcak çikolata ısmarlattırmak gibi, polis rolünü oynayan kişiyi bebek bakıcısına döndürecek numaralar çevirmeyi pek güzel becerirler. Ben de garez miyim neyim bu Yengece yaaa.
ASLAN: Şimdi Aslan’a yalancı demek biraz zalimlik olur… Zira onların insanları kandırmak gibi bir niyetleri yoktur. Doğalarındaki ”optimizm” onların yaşadıkları durumların hoş olmayan detaylarını es geçmelerine, özellikle de kendileri açısından gurur verici olmayabilecek enstantaneleri kayıt dışı bırakmalarına, öte yandan onlara mutluluk ve coşku yaşatan anları biraz ağır çekime alıp detayları özenle işlemelerine, işte ne biliyim az bişi rötuşlamalarına neden olur. Yani yalan malan haşa huzurdan söz konusu olamaz. Aslanlar yaşadıkları olayları ”hatırlamak istedikleri gibi” aktarmaktan başka bir şey yapmazlar. Öte yandan – açık sözlü hatta teşhirci olarak bilinmelerine karşın – Aslanların bir de ketum ve içe dönük yanları vardır! Hoş olmayabilecek detayları tıraşlamanın ötesinde, aile geçmişlerindeki onları mahcup edebilecek hikayelerin üzerini de özenle kapatmayı, yeni girdikleri ortamlarda kendilerini sevgi dolu mükemmel bir çocukluk yaşamış insanlar olarak tanıtmayı arzu edebilirler. Zira incitilebilmiş olmak onlar için incinme hissinin kendisinden daha ağır bir yüktür…
BAŞAK: Efendim şu anda Zodyak’ın en büyük karmaşalarından birini ifşa etmek üzereyiz! Duyurulur… Başak’ın yalanla malanla işi olmaz gibi durur. Hatta çam devirme boyutunda gereksiz bir dobralıkları olması ile bilinirler ve bu en sevilen yanları değildir. Ama kimse bilmez ki, Başak’ın anlatığı şeyleri her zaman analitik bir gözle incelemek ve kendi içinde sergilediği tutarsızlıkları bulup, mutlaka ekstra açıklama istemek gerekir! Başak’ın insanları yanıltmak ya da olayları çarpıtmak derdinde olduğunu da sanmayın. Bütün sorun bir durumla ilgili algılarının çok kendilerine odaklı olmasıdır… Olayı aktarırken kullandıkları süzgeçte, genellikle en fazla kafayı taktıkları ve endişe duydukları meseleler yukarıda kalır ve dışarıya da onlar yansır. Onlara göre sorun oluşturmayan konular ise, meselenin aslına dair çok önemli bilgiler içerseler dahi ilk etapta ifade edilmeyebilirler. Bu nedenle bir Başak’ı dinlerken ilk turu onun safra attığı ama sizi bağlamayacak ayrıntılar olarak geçiştirin. Sonra da esas meseleyi öğrenmek için adım adım sorular sorarak ilerleyin… Durumun ilk başta göründüğünden çoook farklı olduğunu anlamak sizi hayrete düşürecektir. Haa bu arada bilinçli olarak yalan söylemeye kalktıklarında gerçekten berbattırlar! Hemen anlaşılır.
TERAZİ: Şeyy öhhmm. Ya işte isimlerinin ”politikacı”ya çıkmış olması boşa değildir. Çok geniş bir çevreleri ve farklı insanlarla kurdukları çok farklı boyutlarda iletişimleri vardır… Yani şimdi naapsınlar? Her şey herkese aynı kıvamda yedirilmez ki dimi ama yanim. Onlar iletişime yeni bir boyut katan insanlardır. Gerçeği muhatap oldukları kişinin ufkuna ve hazım kapasitesine uygun olacak bir formatta servis ederler! Bahane bulma, erteleme, ucunu açık bırakma, zararsız ümitler vererek ya da çok ikna edici açıklamalar yaparak olası tepkileri ve sosyal felaketleri önleme gibi konularda, tek kelime ile OLAĞANÜSTÜ’dürler… Sadece bir tek şeye dikkat ederler; onlar makyajladıkları konunun aslını astarını ve o anda nerede duruyor olduklarını çok iyi bilmelidirler. Zira gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek ya da eninde sonunda ortaya çıkacak bir duruma makul bir kılıf bulmak için, bu şarttır! Hayır şimdi neden ”Vay canına demek beni de yemişti o zilliiii” diye sinirlendiğinizi anlamıyorum… O zaman gayet mutluydunuz halinizden. Ayrıca siz halkla ilişkiler uzmanı denilen şeye niye o kadar para verildiğini sanıyorsunuz ki.
AKREP: O söylemez düşündürür! Nasıl mı? Akrep’in gerçekle yalanla derdi yoktur. O işini yürüttüğüne bakar. İnsanın en zaaflı hali ”Ya benim düşündüğüm gibi değilse…?” diyerek kuşkulara kapıldığı haldir. Akrep bunu gayet iyi bilir ve hassasiyetle kullanır :) Eğer gerçeği bilmek işini görecek kişileri tedirgin edecekse, o yaptığı imalarla aslında durumun daha farklı da olabileceğini ihsas ettirir. Burada amaç muhatabının özgüven hissini kırmak ve onu kendi ağzının içine bakar hale getirmektir. Kendisini tamamen zararsız ve tarafsız göstermek, olayla ilgilenme sebebini muhatabına yardımcı olmak şeklinde yansıtmak gibi ”sinsi” denilebilecek taktikleri vardır. Ama Akrep bunları pis pis sırıtarak değil, hakkaten eğlenerek yapar. Karşısındaki kişi kolu kanadı kırık bir şekilde ”Abi naapsak… Bunun böyle olup olmadığını nasıl anlasak” diye onun zekasına ve basiretine bağımlı hale geldiğinde ise, Akrep durumu istediği gibi çevirebilir konuma geçer. Ne var ki, çok zehirli olan türleri haricinde, Akreplerin bu durumu kötüye kullanmak gibi bir niyetleri yoktur. Dedim ya; onlar sadece yavruyu ürkütmeden kendi gemilerini yürütmenin ve oyunu kontrol etmenin derdindedirler. Ayrıca faydalandıkları kişilere karşı vicdani borçlarını ödemek ve duygu olarak da onları kendilerine borçlu bırakmak için ekstra güzellikler yapmayı asla ihmal etmezler.
YAY: Yook yalan diil burada söz konusu olan! Yay olasılıklarla yaşayan bir insandır… Yani biz ona bir tür zihin kaşifi, bir deneyimleme tutkunu da diyebiliriz. Gerçek dediğimiz şey nihayetinde her haliyle kavranabilir ve tanımlanabilir bir nane değildir… Her birimiz gerçeğe dair bir kesiti algılamakta ve deneyimlemekteyiz… Netekim Yay da, o anda size yansıtmakta olduğu boyutu, bütün samimiyetiyle deneyimlemektedir! Ama işte Yay az bişey daha deneysel, gerçeğin boyutları arasında radikal geçişler yapmaya biraz daha eğilimli, biraz daha cesurdur! Hah evet… işte sorun bu yani… Zihin cesur, yürek zaten mangal :))) Gel gör ki her dediğimizi yapmaya, her niyetlendiğimizi tamamlamaya ömür kafi değil… Ya şimdi siz bu Yay’ı niye bu kadar sıkıştırıyorsunuz ki? Olduğu gibi alsanıza… Size ”aşığım” diyorsa, o anda öyledir! ”Yapılabilir!” diyorsa illa ki mümkündür ama yapan o olmayabilir… Feyz alın! Gidin siz yapın… Alla Allaaa… Siz niye anın tadını çıkartmak yerine geleceği ipotek altına almaya çalışıyorsunuz ki… Ne kadar primitif bişi yaa.
OĞLAK: Şu Zodyakta Oğlak kadar yanlış anlaşılmaya müsait bir burç daha yoktur. Oğlak’ın dışı serin ve sakin olsa da kafasında tilkilerle kuyruklar birbirine dolanmış haldedir. Kendisine bir şey sorulduğu zaman acayip gerilir. Zira size bir cevap verecekse, bunun arka planını da açıklamak, bütün düşünce sistemini anlamanızı sağlamak zorundadır. Daha doğrusu o öyle zanneder! O yüzden mesela omlet tarifine kümesten, hatta organik tavuk yemlerinden başlayabilir. Siz onun açıklamaya çalıştığı sebep sonuç ilişkileri arasında beyniniz döndüğü için, sizi en fazla ilgilendiren konuda söylediği en tehditkar cümleye odaklanabilir ve ”Galiba bu eteğin mavisini alma şansımız yok” gibisinden dümdüz bir sonuç çıkartmış olabilirsiniz. Sonra da Oğlak’ın mavi bir etekle gezdiğini görünce feci bozulursunuz. Oğlak’ın en iyi niyetlerle kötü insan durumuna düştüğü böyle nice hikaye vardır… Zaten zamanla anlaşılamayan biri olduğunu öğrenen Oğlak da, bir süre sonra ”açıklama” yapmaktan vazgeçecek. ”Bana ne istediğinizi söyleyin ve ben size geri dönene kadar başka bir şey sormayın!” diye ültimatom verecektir.
KOVA: Yalan malan söylemez o tamam mı! Sanki kimseye bir şey ispat etmek mecburiyeti mi var da yalan söyleyecek? Hayır yani siz kimsiniz de onu sorguluyorsunuz ki zaten? Yalanmış Pöhhh… Kova sırf kendisini kontrol etmek isteyen birini şoka sokmanın keyfi adına, söylenmesi uygun olmayacak bir durumu abartarak aktarabilir . Kovaların bütün çektiği zaten dillerinin belasıdır. Yapmayacakları işi yapacakmış gibi savunmak, sırf muhalefetle karşılaştıkları için tam olarak benimsemedikleri bir işin ‘’teorik olarak’’ arkasında durmak gibi ‘’normal vatandaşa uymayacak’’ halleri vardır : Burada kilit sözcük ‘’teorik olarak’’ ifadesidir. Onların iddia ettiklerinden çok daha sakin, kendi halinde, rutinlerine bağlı bir hayatları vardır… Ama sırf asi-kanlarını onurlandırmak adına ‘’doğan görünümlü şahin’’ gibi dolanmayı marifet sayar, sonra da işler sarpa sarınca aslında fabrika ayarlarından sapmadan hareket ettiklerini anlatmak için kendilerini paralarlar : Kıyamam yaaa…
BALIK: Size yalan söylemez… Sadece her şeyi olduğu gibi bunu da ucu açık bırakmanın bir yolunu bulur :))) Sıkıştırıldığı zaman da ağzının içinde bir şeyler geveler ve ne düşüneceğinizi çok dert etmeyebilir. Söz konusu Balık olduğunda anlamanız gereken şudur; Onların kendilerini mükemmel göstermek ya da anlaşılır kılmak gibi bir dertleri yoktur. Size bir şeyleri ispat etmek için uğraşmak yerine, normalde niyetinizde olmayan şeyleri yapmak için aklınızı çelerler : Yani ONLAR KONFOR ALANLARINA DÜŞKÜN İNSANLARDIR ve bu alanın enerjisi bulaşıcıdır! Sorgulamaya gider ama kendinizi birden onun suç ortağı konumunda bulabilirsiniz : Seçimlerinden dolayı sizi sorumlu tutmaz ama hesap da vermezler. Zira onlar bir şeyi birinden dolayı ya da biri için yapmazlar… Balıkla hayat, sorgulara değil olduğu gibi kabul edişe dayalı bir hayattır. Ve bu dünyada hiç kimse cevabını duymaya hazır olmadığı soruları diğerine sormaz…