Sessizliğin bir sınırı yoktur. O yüzden sessizlikten
korkarız. Her anın tıka basa doldurulması gerektiğine inandığımız bir çağda,
sessizlik bize boşluk duygusu verir. Kontrolün elimizde olmadığı duygusu bizi
ürkütür. Eve gelir gelmez radyo veya televizyonu açarız. Bir ses dış ve iç
uzayımızı doldursun isteriz. Oysa kadim gelenekler sessizliğe değer verir,
insanın sessizlikle içini duyabileceğini, sessizliğin sesine ulaşabileceğini
öngörür.
Batı kültürünün bir özelliği de boşlukları doldurmak. Öte
yanda, dili daha küçük doğrusal birimlere ayrıştıramayan kültürlerde, sessizlik
de konuşma yerine geçer. Uzun veya kısa sessizliklerle bir kelime diğerinden
ayırt edilir. Konuşmaya gerçek anlamını sağlayan şey sessizliğin ta kendisidir.
Sözgelimi Eskimo dilinde tek bir kelimenin kısa bir şiir olabileceği söylenir.
Şiir biraz da dile gelmeyendedir.
Sessizliği içermediği şeyle tanımlarız, ne olmadığıyla. Bu
haliyle o günümüzün dünyasından kovulmak istenir. Onun boşluk veya tepkisizlik
olduğuna çoktan hükmedilmiştir. Sonsuz bir gürültü çağıltısında o yapısal bir
hatadır. Unuttuğumuz şey şu ki, dinlemek ancak insanın sessizliğiyle mümkündür.
Dinlemek ve sessizlik ancak birlikte var olur. Günümüzün dünyasında pek azımız
diğeriyle gerçekten konuşuyor. Daha çok, içimizde biriktirdiğimiz kelimeleri
bir başkasına boşaltmış oluyoruz. İnsanlar sessizlik istediklerinde
başkalarının susup kendilerinin konuşmasını bekliyor. Bireyciliğin
bayraklaştırıldığı bir çağda, herkesin kendi kafasının içindekini fütursuzca
boşaltması bekleniyor. Güç, kelimelerde. Kelimeler insanları ikna ediyor,
yönlendiriyor, kandırıyor, kontrol ediyor. Konuşarak kendimizi ve
karşımızdakini ne kadar biricik, ne kadar değerli olduğumuza ikna ediyoruz.
Sessizliği bozan şey, işitilme endişemizden başkası değil.
'Çağımız bir gürültü çağı' diyor Aldous Huxley, 'fiziksel
gürültü, zihinsel gürültü, arzunun gürültüsü.' Teknoloji sessizliğe saldırıyor.
Reklam endüstrisi arzuyu kışkırtarak insan ve özü arasına duvarlar örüyor. Oysa
sessizlik içimizde bekleyen insanı olgunlaştırır. İçimizde bekleyen sesleri
açığa çıkarır. Bizi kendimizle karşılaştırır. Sessizlik insanı daha az fevri
kılar. Yavaşlatır. 'Sakin ol/ Duvardaki tuğlaları dinle / Sessiz ol, onlar /
Senin ismini söylüyor / Kimsin sen / Kimsin? / Kimin sessizliğisin?' Şairin
dile getirdiği bu soruyu harika buluyorum: Sen kimin sessizliğisin? Evet,
sessizlik konuşur. Sessizlik dilin ebedi akışıdır. Konuşmakla kesintiye uğrar.
Bir keşiş, üstadına sormuş: 'İlk Kelime nedir üstad?' Üstad sessiz kalmış.
Keşiş, başka bir üstada gitmiş ve bu hikâyeyi anlatmış. 'İlk Kelime sana zaten
söylenmiş' demiş bu üstad. Sükût, içimizde keşfedilmeyi bekler. Onu
keşfetmekle, kendimizi keşfetmiş oluruz.
Bilgeler konuşmak değil sükut sanatında ustalaşan insanlar
arasından çıkar. Sükut, evet kimilerinde ahmaklığın bir örtüsü oluverir.
Kimileyin incinebilirliğe karşı bir zırh olur. Ama sessizlik seçilebilir de.
Gürültünün ortasında insan kendisini doğru bir var oluştan uzaklaştıran her
türlü sese kulak tıkayabilir. Cep telefonunu kapatabilir. Lüzumsuz lakırdıdan
perhiz yapabilir. Sözü uzatmayabilir. İnsanı ve âlemi, sessizliğin verdiği
zenginlikle temaşa edebilir. Kendisini anlatmak telaşından geri durabilir.
Böcekleri, yaprakların hışırtısını, okuldan dağılan çocukların neşesini
dinleyebilir. Bir bulutun yer değiştirirken çıkardığı sese, 'bir hançerin
paslanırken çıkardığı gürültü'ye kulak kesilebilir. Konuşulmayan hakkında
susmayı deneyebilir. Dile gelmeyenin sesini araştırabilir.
Çağımızın bilge yazarlarından Nuri Pakdil, tanıştığı
kişilerle bir sessizlik seremonisi gerçekleştirirmiş. Ankara'da Edebiyat
dergisinin yönetim evinde kendisini ziyarete gelen insanlarla dört saat beş
saat hiç konuşmadan oturdukları olurmuş. Ben buna bir tür dostluğa kabul töreni
gibi bakıyorum. Usta diyor ki benimle sessizliği yürüyebiliyorsan, bir ömrü de
yürüyebilirsin. Eğer sessizlik seni korkutup kaçırmıyorsa, içinin seslerini
dinlemeye aday birisin ve seninle dostluk edebiliriz. Birlikte sessizlikten
öğrenebiliriz.
Sessizliğin sesi içinde duruyor dostum. Sus ve onu açığa
çıkar.
Prof. Dr. Kemal Sayar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder