Travmaları aşmak için sürekli bir kurtarıcı ararız. Kurtarıcı aramak iç sesimizi duymadığımızda olur… İç sesini duyamayan insan sürekli kurtarıcı çağırır.
İnsanoğlu hep yardım çağırır, kurtarıcı bekler, beyaz atlı prens veya prensesin gelip onu kurtarmasını ister. Eylemsiz şekilde ona hakettiği şeyin neden verilmediği hakkında da hep sitem eder.
Hergün ve hergün hayatından şikayet ederek hayatın realist yapısından uzaklaşmaya başlar. Sürekli şikayet içsel eylemsizlik demektir. Dışarıda çok aktif olabilirsiniz ama içsel durağanlık aslında eylemsizliktir…
Eylemsizliklerine yenilmiş insanların, Godot adında ne olduğu bilinmeyen bir kimse veya "şeyi" beklemelerini konu alan, bu absürt düşünce sistemimizi bize anlatmaya çalışan önemli tiyatro eseri vardır.
Son günlerde “Godot’yu beklemek” tabiri farklı şekillerde sıkça anılıyor. Yine Godot’yu mu bekliyoruz hep birlikte ya da Godot’yu bekler gibisin, sanki Godot gelecek diyoruz birbirimize… Hiç bıkmıyoruz Godot’yu beklemekten… Oysa herkesin kurtarıcısı kendi içinde. Önce biz ayağa kalkacağız ki, beklediğimiz şey her ne ise o geldiğinde biz de orada olalım, beklediğimizi karşılayacak gücümüz olsun.
Bugün konuşma dilimizde neredeyse bir deyim gibi yer bulan “Godot’yu Beklerken” bilindiği üzere Samuel Beckett tarafından yazılan iki perdelik bir trajikomedi.
GODOT’YU BEKLERKEN…
Samuel Beckett (1906-1989) İrlandalı bir yazar ancak üniversite eğitimi sonrasında Dublin’de yazar olamayacağına kanaat getirerek Fransa’ya yerleşiyor ve tüm hayatını orada geçiriyor. Kendi üslubunu yakalayabilmek amacıyla birçok eserini Fransızca kaleme alan Beckett, ‘Godot’yu Beklerken’i de önce Fransızca yazıyor sonra İngilizce’ye çeviriyor. Oyun ilk olarak 1953 yılında Paris’te küçük bir salonda oynandığında müthiş bir tepki alıyor.
1955’te Peter Hall tarafından Londra’da, 1956’da Miami ve New York’ta sahneye koyuluyor. İngiliz oyuncuların oyunu başta anlamadıkları, Amerika’da ilk sahnelendiğinde salonun yarısının boşaldığı oyuna gelen ilk tepkiler hakkında bildiklerimiz. Ancak oyun izleyici ile buluştukça hem büyük bir ilgi görüyor hem de müthiş tepkilere ve tartışmalara sebep oluyor.
Godot’yu Beklerken’in yarattığı sarsıcı etki tiyatroda yeni bir akım oluşmasına sebep oluyor ve absürd tiyatro dönemi başlıyor. O dönemin özgürlükçü, liberal ve modern çevreleri Beckett’in eserlerini benimsiyor. Uyumsuz tiyatro da denen bu yeni akımın – eski yaklaşımlara göre – gerçekliği daha iyi yansıttığı, insanı ve insanlığın sorunlarını daha dolaysız anlattığı görüşü yaygınlaşıyor.
Oyundan çıkartılan başlıca ana fikir ise dünyanın ve insanlığın bir kurtarıcı bekliyor olduğu oysa bu kurtarıcının bir türlü gelmediği ve gelmeyeceğinin de biliniyor olduğu ama bu kısır ve asıl ifade etmek istediği derin anlamı bulamamış bir ana fikir..
Öte yandan Godot’yu Beklerken anlaşıldıkça esas meselenin beklenen kurtarıcının gelip gelmemesi değil o kurtarıcıyı beklerken insanın ne yaptığı ile ilgili olduğu kavranıyor. Bu oyun kurtarıcının gelmesinden ziyade onu beklerken yaşadığımız hayatla ve hayatın anlamı ya da anlamsızlığı ile ilgili. Zaten oyunun Fransızca adı En Attendant Godot. Türkçesi Godot’yu Beklerken, Godot’yu Beklemek değil. Tabii belki de daha önemlisi Godot’yu bekliyor olmanın hayatımıza kattığı değer ve hatta hayatımıza devam etmemizi sağlayan bir amaç olması.
Unutmayın önemli olan Godot’un gelmesi değil Godot’yu beklerken verilen sabır mücadelesidir yani beklemek, beklemeyi bilmek, beklerken sabretmek, sabır göstermektir. Yine büyük bir telaşla ben nasıl yetişeyim herşeye diyor insanoğlu. Mükemmellik metafizik araştırmalarda, ruhsal yolcuların yolunda yoktur kimseden mükemmel olmasını her işi dört dörtlük yapması beklenmez. Herkes yapabildiğinin en iyisini yaptığında o eylem, onun için mükemmeldir zaten. Hiçbirimiz mükemmel değiliz öyle olsak dünya denilen alemde ne işiniz olur ki ?
Kurtarıcı beklemek bir anlamda da kurban rolünü kabullenmektir. Bu durum iman eksikliği yüzünden olmaktadır, güvenemiyoruz. Kapitalist sistem bizleri öyle bir zehirledi ve birbirimizle yarışa soktu ki asıl kimliğimizi unuttuk. Biz dünya insanlığının asıl konusu varoluşçu felsefe değil, tam tersi tamamen teslimiyet içinde olabilmek konusunda kendisini eğitmesidir. Elinden gelenin en iyisini yap ama aşamadığın bariyerde teslimiyeti yaşa. Eğer o çok istediğin olmuyorsa ya zamanı gelmemiştir ya da senin için hayırlı değildir diyor evren bize…Teslimiyet bir tür olanı kabullenmektir. İnsanın inancını güçlendirmesi için karşısına çıkan olaylarla öğrendiği bilgi ışığında kendi kendini sınamasıdır. Yani öncelikle kendinden kendine yolculuk yapmasıdır.
Öğrendiklerimizi uygulayalım ki neyi ne kadar öğrendiğimize önce biz tanık olalım. Yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımızın kontrolünü asla elimize alamayız. Olaylar sadece Semavi Yönetim Sisteminin kontrolündedir. Bizler sadece cehid gösterip olaylara nasıl tepki vereceğimizi belirleriz. Bu cehid bizi başka bir aşamaya taşır. Önümüze yeni yollar açılmasını sağlar yani amaç sadece beklemek değil aynı zamanda da eylemde bulunmaktır.
Sakin olalım yetişmemiz gereken bir yer yok sadece öğrenmemiz gereken sabır ve evrendeki düzene olan inancımızı güçlendirmek için kendinizi akışa bırakmak var. Yani anda kalmayı öğrenmek var. Akışta olmak ve anda kalmayı öğrenmek için mindfulness atölyeleri açmaktayız.
Yaşarken umudu kaybetmemek o kadar değerli ki, bu tiyatro eserinde de aslında bu tema işlenmiş. Asla umudunu yitirme, olmayacak bir şeyin gelmesini bekleme, olasılıklarını değerlendir denmek istiyor.
Umudu korumak ya da kaybetmek, beklerken – yani yaşarken – ne yaptığımız ya da yapmadığımızla da alakalı.Yani Godot’u beklemek değil, beklerken neler yaptığımız herşeyden önemli…
Umudunu ve yaşama sevincini yitirmek istemeyenler için özet olarak Çinli Filozof Lin Yutang diyor ki:
“Yaşayacak fazla yılın kalmadı ve ayrıldığında yanına hiçbir şey götüremeyeceksin.
Hayat, doğumdan mezara kadar durmaksızın çalışmaktan ibaret olamaz.
Her gün uyan ve bir günü daha çatışmasız, kin tutmadan keyifle geçirmeye niyet et.
Binlerce görkemli evin olsa da, geceleri uyumak için yalnızca 8 metrekareye ihtiyacın var.
Eğer yiyecek bir şeylerin ve ihtiyaçlarını karşılayacak kadar paran varsa, bu yeterlidir.
Mutlu bir yaşam sürmeye bak.
Kendini başkalarıyla karşılaştırarak şanını, zenginliğini ya da sosyal statünü ölçme.
Çocuklarının başarılarını başkalarınınkilerle kıyaslayarak övünme.
Bunun yerine, onları mutluluğa, sağlığa, neşeye ve kaliteli bir hayata teşvik et.
Değiştiremeyeceğin şeyleri kabul et, çünkü aşırı kaygı sağlığına zarar verebilir.
Kendi refahını KENDİN yarat ve her gün sana mutluluk ve keyif veren aktivitelerle uğraş.
İyi bir ruh haliyle hastalıklar iyileşebilir.
Neşeli bir zihinle ise daha hızlı iyileşir ya da hiç ortaya çıkmaz.
İyi bir karakter geliştirerek, egzersiz yaparak, sağlıklı beslenerek ve dengeli bir şekilde vitamin ve mineral alarak sağlıklı ve keyifli bir yaşam sürebilirsin.
Özellikle çevrendeki iyiliği takdir etmeyi öğren – aileni, arkadaşlarını – çünkü onlar, hayatının güzel anılarını ve değerli zamanlarını hatırlatarak sana yeniden yaşama hissi verirler.
Denir ki,
“Çatısını kaybeden biri yıldızları kazanır.”
Bu doğrudur.
Zaman ve fırsatlar, bir nehirdeki su gibidir:
Onlara asla iki kez dokunamazsın, çünkü bir kez geçtiğinde geri dönmez.
Hayatının her anını HİSSETMEYE ÇALIŞ ve dünyayı keşfetme, onun harikalarını görme fırsatlarını kaçırma, çünkü bu anlar bir daha asla tekrarlanmayabilir.
Görünüşlere güvenme, çünkü zamanla silinirler.
Mükemmel insanı arama, çünkü o yoktur.
Seni olduğun gibi takdir eden birini ara; onu bulamazsan, yalnızlığını sevmeyi öğren, çünkü kötü bir arkadaşlıktan iyidir.
Her nasıl tanımlıyorsan Tanrı’ya inan ve hayatın tadını çıkar, çünkü hayat kısadır.
Aileni ve arkadaşlarını sev, çünkü er ya da geç bu dünyayı terk edeceksin.
Sağlık ve mutluluk daima seninle olsun.”
İnsanoğlu hep yardım çağırır, kurtarıcı bekler, beyaz atlı prens veya prensesin gelip onu kurtarmasını ister. Eylemsiz şekilde ona hakettiği şeyin neden verilmediği hakkında da hep sitem eder.
Hergün ve hergün hayatından şikayet ederek hayatın realist yapısından uzaklaşmaya başlar. Sürekli şikayet içsel eylemsizlik demektir. Dışarıda çok aktif olabilirsiniz ama içsel durağanlık aslında eylemsizliktir…
Eylemsizliklerine yenilmiş insanların, Godot adında ne olduğu bilinmeyen bir kimse veya "şeyi" beklemelerini konu alan, bu absürt düşünce sistemimizi bize anlatmaya çalışan önemli tiyatro eseri vardır.
Son günlerde “Godot’yu beklemek” tabiri farklı şekillerde sıkça anılıyor. Yine Godot’yu mu bekliyoruz hep birlikte ya da Godot’yu bekler gibisin, sanki Godot gelecek diyoruz birbirimize… Hiç bıkmıyoruz Godot’yu beklemekten… Oysa herkesin kurtarıcısı kendi içinde. Önce biz ayağa kalkacağız ki, beklediğimiz şey her ne ise o geldiğinde biz de orada olalım, beklediğimizi karşılayacak gücümüz olsun.
Bugün konuşma dilimizde neredeyse bir deyim gibi yer bulan “Godot’yu Beklerken” bilindiği üzere Samuel Beckett tarafından yazılan iki perdelik bir trajikomedi.
GODOT’YU BEKLERKEN…
Samuel Beckett (1906-1989) İrlandalı bir yazar ancak üniversite eğitimi sonrasında Dublin’de yazar olamayacağına kanaat getirerek Fransa’ya yerleşiyor ve tüm hayatını orada geçiriyor. Kendi üslubunu yakalayabilmek amacıyla birçok eserini Fransızca kaleme alan Beckett, ‘Godot’yu Beklerken’i de önce Fransızca yazıyor sonra İngilizce’ye çeviriyor. Oyun ilk olarak 1953 yılında Paris’te küçük bir salonda oynandığında müthiş bir tepki alıyor.
1955’te Peter Hall tarafından Londra’da, 1956’da Miami ve New York’ta sahneye koyuluyor. İngiliz oyuncuların oyunu başta anlamadıkları, Amerika’da ilk sahnelendiğinde salonun yarısının boşaldığı oyuna gelen ilk tepkiler hakkında bildiklerimiz. Ancak oyun izleyici ile buluştukça hem büyük bir ilgi görüyor hem de müthiş tepkilere ve tartışmalara sebep oluyor.
Godot’yu Beklerken’in yarattığı sarsıcı etki tiyatroda yeni bir akım oluşmasına sebep oluyor ve absürd tiyatro dönemi başlıyor. O dönemin özgürlükçü, liberal ve modern çevreleri Beckett’in eserlerini benimsiyor. Uyumsuz tiyatro da denen bu yeni akımın – eski yaklaşımlara göre – gerçekliği daha iyi yansıttığı, insanı ve insanlığın sorunlarını daha dolaysız anlattığı görüşü yaygınlaşıyor.
Oyundan çıkartılan başlıca ana fikir ise dünyanın ve insanlığın bir kurtarıcı bekliyor olduğu oysa bu kurtarıcının bir türlü gelmediği ve gelmeyeceğinin de biliniyor olduğu ama bu kısır ve asıl ifade etmek istediği derin anlamı bulamamış bir ana fikir..
Öte yandan Godot’yu Beklerken anlaşıldıkça esas meselenin beklenen kurtarıcının gelip gelmemesi değil o kurtarıcıyı beklerken insanın ne yaptığı ile ilgili olduğu kavranıyor. Bu oyun kurtarıcının gelmesinden ziyade onu beklerken yaşadığımız hayatla ve hayatın anlamı ya da anlamsızlığı ile ilgili. Zaten oyunun Fransızca adı En Attendant Godot. Türkçesi Godot’yu Beklerken, Godot’yu Beklemek değil. Tabii belki de daha önemlisi Godot’yu bekliyor olmanın hayatımıza kattığı değer ve hatta hayatımıza devam etmemizi sağlayan bir amaç olması.
Unutmayın önemli olan Godot’un gelmesi değil Godot’yu beklerken verilen sabır mücadelesidir yani beklemek, beklemeyi bilmek, beklerken sabretmek, sabır göstermektir. Yine büyük bir telaşla ben nasıl yetişeyim herşeye diyor insanoğlu. Mükemmellik metafizik araştırmalarda, ruhsal yolcuların yolunda yoktur kimseden mükemmel olmasını her işi dört dörtlük yapması beklenmez. Herkes yapabildiğinin en iyisini yaptığında o eylem, onun için mükemmeldir zaten. Hiçbirimiz mükemmel değiliz öyle olsak dünya denilen alemde ne işiniz olur ki ?
Kurtarıcı beklemek bir anlamda da kurban rolünü kabullenmektir. Bu durum iman eksikliği yüzünden olmaktadır, güvenemiyoruz. Kapitalist sistem bizleri öyle bir zehirledi ve birbirimizle yarışa soktu ki asıl kimliğimizi unuttuk. Biz dünya insanlığının asıl konusu varoluşçu felsefe değil, tam tersi tamamen teslimiyet içinde olabilmek konusunda kendisini eğitmesidir. Elinden gelenin en iyisini yap ama aşamadığın bariyerde teslimiyeti yaşa. Eğer o çok istediğin olmuyorsa ya zamanı gelmemiştir ya da senin için hayırlı değildir diyor evren bize…Teslimiyet bir tür olanı kabullenmektir. İnsanın inancını güçlendirmesi için karşısına çıkan olaylarla öğrendiği bilgi ışığında kendi kendini sınamasıdır. Yani öncelikle kendinden kendine yolculuk yapmasıdır.
Öğrendiklerimizi uygulayalım ki neyi ne kadar öğrendiğimize önce biz tanık olalım. Yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımızın kontrolünü asla elimize alamayız. Olaylar sadece Semavi Yönetim Sisteminin kontrolündedir. Bizler sadece cehid gösterip olaylara nasıl tepki vereceğimizi belirleriz. Bu cehid bizi başka bir aşamaya taşır. Önümüze yeni yollar açılmasını sağlar yani amaç sadece beklemek değil aynı zamanda da eylemde bulunmaktır.
Sakin olalım yetişmemiz gereken bir yer yok sadece öğrenmemiz gereken sabır ve evrendeki düzene olan inancımızı güçlendirmek için kendinizi akışa bırakmak var. Yani anda kalmayı öğrenmek var. Akışta olmak ve anda kalmayı öğrenmek için mindfulness atölyeleri açmaktayız.
Yaşarken umudu kaybetmemek o kadar değerli ki, bu tiyatro eserinde de aslında bu tema işlenmiş. Asla umudunu yitirme, olmayacak bir şeyin gelmesini bekleme, olasılıklarını değerlendir denmek istiyor.
Umudu korumak ya da kaybetmek, beklerken – yani yaşarken – ne yaptığımız ya da yapmadığımızla da alakalı.Yani Godot’u beklemek değil, beklerken neler yaptığımız herşeyden önemli…
Umudunu ve yaşama sevincini yitirmek istemeyenler için özet olarak Çinli Filozof Lin Yutang diyor ki:
“Yaşayacak fazla yılın kalmadı ve ayrıldığında yanına hiçbir şey götüremeyeceksin.
Hayat, doğumdan mezara kadar durmaksızın çalışmaktan ibaret olamaz.
Her gün uyan ve bir günü daha çatışmasız, kin tutmadan keyifle geçirmeye niyet et.
Binlerce görkemli evin olsa da, geceleri uyumak için yalnızca 8 metrekareye ihtiyacın var.
Eğer yiyecek bir şeylerin ve ihtiyaçlarını karşılayacak kadar paran varsa, bu yeterlidir.
Mutlu bir yaşam sürmeye bak.
Kendini başkalarıyla karşılaştırarak şanını, zenginliğini ya da sosyal statünü ölçme.
Çocuklarının başarılarını başkalarınınkilerle kıyaslayarak övünme.
Bunun yerine, onları mutluluğa, sağlığa, neşeye ve kaliteli bir hayata teşvik et.
Değiştiremeyeceğin şeyleri kabul et, çünkü aşırı kaygı sağlığına zarar verebilir.
Kendi refahını KENDİN yarat ve her gün sana mutluluk ve keyif veren aktivitelerle uğraş.
İyi bir ruh haliyle hastalıklar iyileşebilir.
Neşeli bir zihinle ise daha hızlı iyileşir ya da hiç ortaya çıkmaz.
İyi bir karakter geliştirerek, egzersiz yaparak, sağlıklı beslenerek ve dengeli bir şekilde vitamin ve mineral alarak sağlıklı ve keyifli bir yaşam sürebilirsin.
Özellikle çevrendeki iyiliği takdir etmeyi öğren – aileni, arkadaşlarını – çünkü onlar, hayatının güzel anılarını ve değerli zamanlarını hatırlatarak sana yeniden yaşama hissi verirler.
Denir ki,
“Çatısını kaybeden biri yıldızları kazanır.”
Bu doğrudur.
Zaman ve fırsatlar, bir nehirdeki su gibidir:
Onlara asla iki kez dokunamazsın, çünkü bir kez geçtiğinde geri dönmez.
Hayatının her anını HİSSETMEYE ÇALIŞ ve dünyayı keşfetme, onun harikalarını görme fırsatlarını kaçırma, çünkü bu anlar bir daha asla tekrarlanmayabilir.
Görünüşlere güvenme, çünkü zamanla silinirler.
Mükemmel insanı arama, çünkü o yoktur.
Seni olduğun gibi takdir eden birini ara; onu bulamazsan, yalnızlığını sevmeyi öğren, çünkü kötü bir arkadaşlıktan iyidir.
Her nasıl tanımlıyorsan Tanrı’ya inan ve hayatın tadını çıkar, çünkü hayat kısadır.
Aileni ve arkadaşlarını sev, çünkü er ya da geç bu dünyayı terk edeceksin.
Sağlık ve mutluluk daima seninle olsun.”
Lin Yutang
Hepinize güzel bir hafta diliyorum, sağlık, başarı, mutluluk, huzur dolu günler dilerim. Ben bildiğiniz gibiyim, evdeyim burnumu şöyle bir dışarı çıkarıyorum tekrar içeri kaçıyorum, aşırı derecede soğuk var. Kombinin derecesini yükselttik bakalım kaç gelecek. Zaten doğalgaz şirketi değişti, aylık fatura değil 40 günlük fatura geliyor artık. Bu gün şöyle bir çıktım acele ile geri döndüm soğuktan, kar ara ara yağıyor ama yerde tutmuyor. Bizim burada doğalgaz bacaları var ve havayı yumuşattığını düşünüyoruz bu konuda.
Çevremiz böyle güzellikler yaşarken bizde maalesef yok bu resimleri iğneada sayfasından aldım, sahil kesiminde böyle kar var, içeride karasal kısımda maalesef yok.
Açılan hiçbir kapı , kapanan hiçbir kapıyı aratmadı .
İlahi sistemde hayırlı olan hiçbir şey senden alınmaz . Bir şey senden alınıyorsa orada muhakkak denge vardır. Dengesiz kaldığını zannettiğin anda bile dengedesin. Kaderindeki hiçbir şey , öylesine bir rastlantı değildir .
Güzellikler sabrın ve zamanın perde arkasında bekler . Perdeler kalkana kadar sabredenler , huzura erenlerdir .
İlahi sistemde hayırlı olan hiçbir şey senden alınmaz . Bir şey senden alınıyorsa orada muhakkak denge vardır. Dengesiz kaldığını zannettiğin anda bile dengedesin. Kaderindeki hiçbir şey , öylesine bir rastlantı değildir .
Güzellikler sabrın ve zamanın perde arkasında bekler . Perdeler kalkana kadar sabredenler , huzura erenlerdir .
İlginç.....
Bu cesaret ister, ama kaçmak için harcadığın enerji, belirsizlik içinde oyalanmanın ağırlığı ve sürekli ertelemenin getirdiği kaygı aslında daha zor değil mi?
Zihnimizde büyüttüğümüz korkular, çoğu zaman gerçekte olduğundan çok daha büyük görünür. Kaçındıkça daha da büyür, oysa içinden geçtiğinde, düşündüğün kadar zor olmadığını fark edersin.
Bazen en kısa yol, en zorlu görünen yoldur. Ama adım attığında, yolun seni nasıl özgürleştirdiğini göreceksin. Kaçmak yerine ilerlemeyi seçtiğinde, gerçek çıkışın orada olduğunu anlayacaksın.
“En görkemli çıkış yolu, içinden geçmektir.”
Cumartesi günü oksijen gazetesi için migrosa gittim yoktu ya da cumadan geldi de bitti, şansıma bu dergi gelmişti onu aldım hemen....
Bir taştan hareketsiz kalma sanatını öğrendim.
Bir nehirden akışta kalma sanatını öğrendim.
Düşen bir yapraktan, bağımsız kalma sanatını öğrendim.
Bir esintiden, nazik olma sanatını öğrendim.
Bir dağdan, güçlü kalma sanatını öğrendim.
Nazik bir yağmur damlasından, sakin kalma sanatını öğrendim.
Bir tohumdan, sabırlı olma sanatını öğrendim.
Bir deniz kabuğundan, açık kalma sanatını öğrendim.
Bir ağaçtan, ayaklarımı yere basma sanatını öğrendim.
Sürüklenen bir buluttan, özgür kalma sanatını öğrendim.
Mütevazı bir çiçekten, alçakgönüllü kalma sanatını öğrendim.
Bir ormandan, yenileyici kalma sanatını öğrendim.
Bir kelebekten zarif olma sanatını öğrendim.
Bir kar tanesinden eşsiz kalma sanatını öğrendim.
Ve bir alevden, tutkulu kalma sanatını öğrendim.
Bir tırtıldan, ısrarcı olma sanatını öğrendim.
Pamela Maguiresmith
Dinleyin mutlaka seveceksiniz.....
KİTAPLARDAN ALINTILAR
Günümüzün en büyük sorunu; aptalların kendilerinden son derece emin, zekilerin ise sürekli şüphe içinde olmalarıdır.
(Kendini Arayan İnsan)
Düşünmek çok zordur, bu yüzden çoğu insan yargılamayı seçer.
(Keşfedilmemiş Benlik)
Kimse başka bir insanın derinliklerini onu sevmediği sürece kavrayamaz.
(İnsanın Anlam Arayışı)
Yakınlık, iki insan arasında bedenlerinin yanında umutlarını, korkularını, kaygılarını ve arzularını da paylaşmaktır.
(Özgürlük ve Kader)
Klasik bir söz vardır, eleştirdiğiniz her şeyde biraz da sizden bir parça bulunur.
( Carl Gustav Jung - Dışa Bakan Rüya Görür, İçe Bakan Uyanır)
EDEBİYAT BURADA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder