Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak
vardır: Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa
bağlanır. Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine
tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı
büyüklüktedir. Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun tatlının
kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar, ama yiyecek
elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan
dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner, ama kaçamaz. Aslında bu
maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece, kendi bağımlılığının gücü
tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey, elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama
zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir
görülür.
Bizleri de tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey,
arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken;
elimizi açıp benliğimizi, bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve
dolayısıyla özgür olmaktır! Bu örnekle benzeştirirsek; ben, sahip olduğumuzu
düşündüğümüz her şeyin bizim için birer tuzak olduğunu fark etmediğimizi
düşünüyorum:
-Çoğunlukla konuşmaktan fazla bir özelliğini kullanmadığımız
son model cep telefonlarına sahip olmak,
-Ortalama 15 m2´sini kullandığımız ama kullandığımız alandan
10-20 kat büyük evlere sahip olmak,
-Belki bir kez giydikten sonra çok uzun sure dolabımızın bir
köşesinde unuttuğumuz günün modasına uygun giysilere sahip olmak, -Okumadığımız
kitaplara sahip olmak,
-Asla kadranın gösterdiği sürate ulaşamayacağımız en süratli
arabaya sahip olmak,
-Bize günde 3-5 kez zamanı, başkalarına sürekli
zenginliğimizi gösteren kol saatlerine sahip olmak,
-Sağlığımıza, düzenimize, beynimize korkunç zararlar verse
bile envai çeşit
içkilerin bulunduğu gösterişli, dekoratif bir mini bara sahip olmak,
içkilerin bulunduğu gösterişli, dekoratif bir mini bara sahip olmak,
-Vakit bulup gidilemeyen, gidilse bile dinlendirmekten çok
uzak; tabiri caizse yorgunluktan haşatımızı çıkaracak deniz kenarına yakın bir
yazlık, bir dinlence evine sahip olmak,
-Vaktimize, nakdimize, aklımıza, çenemize zarar verse bile
bir futbol takımı taraftarlığına sahip olmak,
-Faizi, getirisi zarara ugramasın diye kıyıp harcanamasa
bile bol sıfirlı bir banka defterine sahip olmak,
-Oturmadığımız koltuk takımları, izlemediğimiz dev ekran
televizyonlar; kullanmadığımız, faydalanmadığımız daha nelere sahip olmak…
Ya da sahip olduğumuzu sanmak…
-Sadece çevre olsun diye bulunduğumuz ortamlar ve
arkadaşlıklar!
O maymun gibi; avucumuzda tuttuğumuz sürece (faydalanamasak
bile) sahip olduğumuzu sanmıyor muyuz?
Ve ancak parmaklarımızı gevşetip bunlardan vazgeçtiğimiz
zaman gerçekten özgür olup tüm yeteneklerimizi kullanabilir hale gelmeyecek
miyiz?
Aslında biz bu dünyaya sahip olmaya değil, şahit olmaya
gelmişiz. Ah bunu bir anlayabilsek…
FACEBOOK 'tan alıntıdır.....
Benim bu konudaki inancım şu; Hiç kimse hiç bir şeyin sahibi değildir. Ancak kullanma izinlerimiz var. Bu izinlerin süresi, kapsamı belli değil. Görünürde sahibi olduğumuzu sandığımız her şey üzerindeki yetkimiz her an sona erebilir ya da sınırlandırılabilir. Ummadığımız yetkilere de ulaşabiliriz. Bir şeylerin sahibi olduğunu düşünenler, bir şeylere sahip olmak için yanıp tutuşanlar dünyanın en aptal insanlarıdır. Birilerini sevip, o kişilerce seviliyorsak ne mutlu bize. En büyük zenginlik o işte.Ben böyle düşünüyorum:))
YanıtlaSilÇok güzel bir düşünce, ben de kendimi mutlu hissettiren şeyler ile meşgulum ve çok mutluyum.
SilBaşkalarının yaşadığı gibi yaşamak ve sahip oldukları şeylere sahip olmak zorunda değilim diye düşünüyorum. Sevgiler,
Gerçekten çok güzel bir yazı. Ben de sizler gibi düşünüyorum.Sevgiler...
YanıtlaSilTeşekkürler,
Sil