... Sosyal medya dışında diğer "medya" ailesinden uzakta yaşıyorum. Eski bir gazeteci olarak hazin bir durum:)
Anlıyorum ki, medya da sevmiş bu esrarengiz durumu. Korku diz boyu... Girip çıktığım ortamlarda duyuyorum; 21 Aralık kehaneti, birilerinin gerçekliği olmuş bile...
Biliyorsunuz, yeni çağ dediğimiz bu süreçlerin en öne çıkan yanı, hemen her şeyin "bireyselleşmiş" olması.
Neden?
Yakın zamanları düşünün; o kadar başkalarına odaklı yaşanıyordu ki; birey ortada yoktu. Yeni yeni, "birey" denilen kavram doğdu. Birey tarafını keşfedenler, "ben de varım; benim ihtiyaçlarım, benim beklentilerim var. Kendim için anlamlı bir yaşam istiyorum" demeye başladı.
Bir “farkındalık”tır başladı…
Bu “kendini var etme” arayışı, mutsuzluğu getirdi. Çünkü artık biliyoruz ki, huzursuzluk ve rahatsızlık değişimin kaynağıdır.
Mutsuzluklar neyi anlatıyordu?
Fiziksel hedeflerin, paranın, maddiyatın tek başına işe yaramadığını…
İlişkilerde gerçekten kendimizi ifade edemediğimizi; dolayısıyla birbirimizi anlayamadığımızı, anlaşılamadığımızı…
Zorunluluklarla örülü bir hayattan kendimize hapishane yarattığımızı…
Sevmediğimiz işi yaparken, özel hayatımızda da mutlu, huzurlu olamayacağımızı…
Yaratıcı tarafımızla üretmeden, potansiyelimizi ifade etmeden, gerçek anlamda doyum sağlayamayacağımızı…
Maneviyat eksikliğimizi…
Hepsini üst üste koyun; kişisel kıyametler için en uygun ortamı yaratırsınız.
Ve bunun sonucu olarak, ilişkilerde erezyon başladı, boşanmalar arttı.
Erkek, var gücüyle iş kimliğine tutunmuş yaşarken, kendince oyalanıyordu. İş, o kadar hayatını dolduruyordu ki, başka alanların varlığını anlaması kolay olmuyordu. İş hayatı, para, politika, futbol, kadınlar, cinsellik, arabalar, teknolojik aletler ; erkekler için zihinsel oyuncaklardı.
Kadınsa, anne ve eş kimliğinden başka kimliklerinin varlığını keşfetti. Genç kızlığının ardından okul hayatı, ardından evlilik, evin sorumluluğu, ardından çocuk.. ve çocukle geçen yarı ömür…
Sonra dönüp bakınca hayatına, gördü ki, kendi yoktu.
İşte kıyamet o zaman koptu!
Kadın için kıyamet, kendini unuttuğunu farkettiği gündür.
Erkek için kıyamet, zihin oyunlarının hemen ardından gelen boşluk ve uçurumdur.
Çoculu çiftler için kıyamet, çeşitli olaylar vasıtasıyla çocuklarının onlara bizzat ders verdikleri gündür. Kendi evlatları tarafından önüne getirirlen gündemin altından kalkamadıkları o gün, hem annenin hem de babanın durumu acıların en büyüğüdür.
Çalışanlar için kıyamet; benimseyemedikleri, sevemedikleri bir iş yerinde çalışıyor olmanın işkencesini yaşama ve isyan etme halidir.
Kıyamet, ayağa kalkma günüdür. Ötelenmiş, yok sayılmış, bastırılmış, dikkate alınmamış iç meselelerimizin, bizim tarafımızdan, yine kendi özgür irademizle halledilmesi gereken zamanlardır.
Kişisel kıyamet dediğimiz, zihin oyunlarına tutunan ve değişimi kabul etmeyenlerin, bu yeni süreçte yeni kararlarıyla başbaşa kalma halidir.
Anlıyoruz ki, yeni çağda kıyamet, bireyseldir.
Ben olmadan biz olamadığımız gibi; kendi iç barışını tesis etmeden, dünya barışını tesis edemiyor insan evladı.
Önce kendi varlığımızı doğru düzgün ifade etmeyi öğreneceğiz, sonra “biz” olarak bütünsel alanda buluşacağız.
Önümüzde açılan yeni kapı; bu yeni sürecin habercisidir.
Bu “Aralık”, bizi birbirimize yaklaştıracak olan kapının aralanması; yeni, anlamlı, pozitif enerjilerin aralık olan bu kapıdan akışıdır.
Her nerede ne yaşıyor olursak olalım; bu aralık yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız dönüşüm davetiyesidir.
Davete uyarsınız ya da uymazsınız; fakat daha fazla artık kayıtsız kalamazsınız.
İsmail Barış Özpazarcık
güzel yazmış doğrusu...
YanıtlaSilevet mehtap gerçekleri yansıtmış, kalemine sağlık yazanın.
Sil