BOŞ BİR KAFA ŞEYTANIN ÇALIŞMA ODASIDIR (PLATON)

13 Mayıs 2024

 

resim pinterestten alıntıdır.
 
ZORLAYICI DENEYİMLERİN TEKAMÜLÜMÜZE KATKISI 

Sonu belli olmayan bir yoldur hayat.
Önüne ne zaman, neyin çıkacağını bilemezsin.
Bazen bir şeyler alır götürür senden, tutamazsın!
Bazen de hayatın getirdiklerinden kaçmak istersin,
Ama kaçamazsın!
Böyledir hayat,
Bir türlü anlayamazsın.
Ve bir gerçek vardır:
"ACIYI" Tatmadan ,
"MUTLULUĞU" Bulamazsın...
‘Zorlu Olaylar Tekamüle Nasıl Hizmet Eder’ demeden önce TEKAMÜL nedir ona bakalım:
Ruh ve Kainatta Tekamül ve Kemal konusunda  şöyle diyor üstad Bedri Ruhselman: “Ruhun maddelere bağlanması, görgüsünü arttırmak için tekamül aşamasına katlanmasıdır.”
Kısaca, tekâmül fikri; bugünkü anlayışımıza göre, ruhun maddesel evrenlerdeki durumu ile ilgilidir. Aslında ruhun, “olgunlaşmak” sözcüğüyle ifade olunan yüksek amacına ulaşması, maddeler arasında baş gösteren “kötü” niteliklerden kurtularak “güzel” nitelikleri kazanmasıyla beraber yürür. Fakat bu ‘güzel nitelikleri’ kazanmak, maddesel esaretten kurtulmanın; daha doğrusu, maddelere egemen olmanın olmazsa olmaz bir sonucudur.”
Üstad Ruhselman tekamül konusundaki bir başka görüşünü şöyle ifade etmiş:
“Doğada, önümüze açılan tekamülün iki yolu vardır:
Birincisi irademizle yürümek, ikincisi şuursuzca sürüklenmek!...
İrademizle yürürken, atacağımız her adımda, ruhumuzda parlayan mutluluk ışıklarının yanmasına karşılık, sürüklenip gittiğimiz zaman duyacağımız ıstırapların acılıklarını tatmaktan kendimizi kurtaramayız...
İnsan, kardeşine olan sevgiyi çiğneyebilir. Fakat doğa kendi yasalarına ihanet ederek, kardeş sevgisine karşı gelen bir insanı, istemeye istemeye diğer insanların minnetleri altına sokmakta gecikmez.
Bu ise, insan ruhu için hakiki bir esarettir. Daha doğrusu, sevgiyi darbeleyen insan ruhundaki kibir ve bencillik duyguları, doğada hakim yasalar karşısında yıkılmaya mahkumdur.
Fakat bu yıkılma ancak, kibir ve bencilliğin daha acı olaylarla çarpışmasıyla meydana gelir. Demek ki insan, kibir ve bencilliği kıracak bir olayın zinciri altında sürüklenmeye başlar. Acı olmakla beraber bu da bir kemal yoludur. Bundan dolayı, eğer ancak minnetler ve ıstıraplar içinde yükseliyorsak, bunun sebebini kendimizde, kendi irademizle doğayı ve varlıkları sevmemizde aramalıyız.”  (Ruh ve Madde Dergisi/S:380)

TEKAMÜL KOZMİK UYUM İÇİNDİR 
 
Biz cevher olarak, öz olarak tekamüle muhtaç varlıklar değiliz. Biz mükemmel olarak yaratılmış varlıklarız. O halde bizim tekamülümüzün asıl konusu nedir? Niye tekamül etmek zorundayız diye sık sık sorulur.
Asıl mesele kozmik uyumu sağlayabilmektir. Kozmosun her noktasına, bildiğimiz ya da bilmediğimiz, şu an içinde olduğumuz ya da olmadığımız bütün İlahi İrade Yasaları'na uyum sağlamamız gerekmektedir. Ayrıca sadece biz yaratılmadık. Bütün kozmos da yaratıldı, ruhsal enerjiyi üreten, ruhsal enerji sahibi olan ruh varlığı da yaratıldı. Mükemmel bir cevheri var, yetenek bakımından her şey var. Her şeyi yapabilecek potansiyel gücü var ama Tanrı'lık bir bilgi olan "Varlık Bilgisi" hakkında fazla bilgisi yok.
O varlığın bilgisini elde edebilmek, bulunduğu bütün ortamlara uyum sağlayabilmek için kendi irade ve isteğini kullanmayı öğrenmesi lazım ki Tanrı'ya benzesin, Tanrı gibi olsun.
İşte insan denilen varlığın, tekamül denen bir süreç içinde olmasının sebebi budur.
Tekamül sürekli gelişmedir. Ruhun bilgisinin sürekli bir şekilde artması ve o oranda da etrafı ile olan irtibatının zenginleşmesi, esneklik ve uyum sağlama niteliğinin artması demektir. Reenkarnasyonların maksadı da budur. Varlık çeşitli ortamlar içerisinde bulunarak uyum sağlama mekanizmasını geliştirmektedir.

HAYAT İÇİNDEKİ ALTÜST EDİCİ OLAYLAR SON DERECE GELİŞTİRİCİDİR 

Ergün Arıkdal Tekamülle ilgili bir ifadesinde ise şöyle demiş:
“….Ama bizleri esas geliştirenler, değer yargılarımızı ve değer verdiğimiz şeyleri hayat içerisindeyken, yaşarken alt üst eden olaylardır; gelişimimiz açısından çok daha önemlidirler.
Bunlar; servete, mal ve mülke, çoluğa çocuğa, kıymet verdiğimiz iktidarlara dayanan, yani egomuzla çok yakından ilişkili hale getirdiğimiz ilmimiz, irfanımız, rütbemiz, içinde bulunduğumuz durumumuz, fiyakamız, güvenliğimiz, gücümüz, güzelliğimiz vs.dir.
İşte, bunlar tehlikeye girdiğinde, yani bunların değer kaybına uğraması, değersizleşmesi, o değerin ya da bu değer vasıtasıyla ulaşmış olduğumuz birtakım başka değerlerin bizden uzaklaşabilmesi ihtimalleri doğduğunda, deyim yerindeyse bizlerde şafak atar. Bunlar çok daha etkili eprövler meydana getirmektedir.”

ZORLAYICI DENEYİMLER ASTRAL ve MANTAL TORTULARI TEMİZLER

Zorlayıcı deneyimler tekamüle nasıl hizmet eder? Astral ve Mantal tortuları temizleyerek hizmet eder. Egomuzla ilgili değerler konusunda uyaran şeklinde şok tarzında karşılaştığımız olaylar, bizi bir boşluğa sürükler. Değer yargılarımız yerinden oynar. Neyin ne olduğunu hatta bizim kim olduğumuzu ve ne yaptığımızı sorgulatır. İşte tam da bu sırada hem zihinde mantal olarak hem de enerjetik bedende çok güçlü değişimler başlar. Tüm hayatımızı ve kim olduğumuzu yeniden sorgularız. Şokun getirdiği şaşkınlıkla sıkı sıkıya bağlı olduğumuz günlük hayatla ilgili düşüncelerimizde, alışkanlıklarımızda bir değişime neden olur. Zorlayıcı olayın getirdiği acı tıpkı alevlerin herşeyi kül etmesi gibi bize artık faydası olmayan bazı tortuların arınmasını sağlayarak, manen yükselişi sağlar. Gerçek içsel kapasitemizi ortaya çıkarmak zorunda kalırız yani tekamülümüzde bir aşama kaydeder daha üst bir anlayışa geçeriz. Örneğin deprem gibi zorlayıcı olaylarda o depreme maruz kalanların tüm değer yargıları değişir. “Dün vardı, bugün yok; demek ki herşey geçici, hiçbir şeye çok tutunamayız” bilgisinin fiili uygulaması bu tip zorlayıcı olaylarla yapılır. Doğal afetler gezegenin kendini yenileme çabalarıdır doğal bir olaydır ama üzerinde yaşayanları durağanlık ve atalet konusunda uyarır. Çarpık yapılan binaların inşasındaki ihmaller bu ataletin bir işaretidir. Evrensel yasalarla uyum sağlanamayan her olayda bir süre sonra atalet ve çürüme başlar. Bunu iyileştirmenin tek yolu da sarsıcı, uyandırıcı olaylardır.

TEKAMÜL DURAĞANLIK VE ATALET

Tekamül hareketimizde çabamız düştüğü vakit yani tasavvufun rahat-ül elvaf denen tembelliğine ulaştığımızda bir takım tıkanmalar başlar; bu geri tepme olayı otomatik bir şeydir. Tekamülde atalete ve rehavete düşmek konusuna en iyi örnek bir süre önce mücadele etmek zorunda kaldığımız salgın hastalıktı.
Örneğin: Bir süre önce geçirdiğimiz Covit-19 salgını maddesel rahatlığa, maddesel konfora ve maddesel tutkulara aşırı bağlanmamız nedeniyle bizi sadeleştirmek ve bu bağımlılıklardan kurtarmak için oluşan  yeni bir denge ve terbiye usulü idi. Şikayet yerine bu maddi dış hazlara düşkünlükler konusunda düşünebilenler bu deneyimden çok kazançlı çıktılar. Şimdiki ekonomik ise kriz hem maddeye bağlılık konusunda bizlere eğitim verdiği gibi aynı zamanda da ülke çapında neyin ne olduğu ve aslında nasıl uygulanması gerektiği, ilkelere uymadığımızda başımıza neler geleceği hakkında derin uyanış bilgileri vermektedir. 

ZORLAYICI OLAYLAR NEDİR?
 
Acı ve ıstırap adını verdiğimiz olayları bizler zorlayıcı olay olarak kabul ederiz. Kısaca bu olaylar psikoloji bilimindeki travmatik olaylardır.
Tekamül ederken, günlük yaşamımızda, zorluklarla karşılaşıyor, sınavlara sokuluyorsak ve sıkıştırılıyorsak panik olmayalım. 

ACI DUYGUSU DİRENÇTEN VE KABULLENEMEMEKTEN KAYNAKLANIR
 
Acı çoğu zaman büyümeye ve hayatımızı KABULLENMEYE direnç göstermekle ilgilidir. Evet, tanıdık olan her zaman bize rahat gelir ama ruhumuzu keşfettiğimiz bilinmeyene olan yolculuğumuzda; gerçek varlığımızı tanımak zorundayız. Düşünmek ya da direnmek yerine değişime izin verdiğimizde tüm yanıtları yaşadığımız günlük olaylarda bulabiliriz ve aniden her şeyin çok anlamlı olduğunu fark ederiz. Olayları değiştirmek için çok fazla uğraşıyor olmamız hayatımızda her şeyin sabit olmasını istememizin bir nedeni olabilir.
Spiritüel Öğreti diyor ki: “ Derin bir nefes alın ve değişimin gerçekleşmesine izin verin. Kapıdan içeri girebilecek olana açık olun; bunu sizi geride tutan şeyleri bırakarak yapacaksınız.”
Hayatın ne kadar zor olduğu hakkında yapılan şikayetlerin hiçbiri yeni değildir.
Eski Romalılar da keder ve acıdan şikayet ederlerdi. Zamanın filozofları bu şikayetlere mizah yollu cevaplar verirlerdi.
Örneğin Seneca; ‘Unutmayın ki acı şu en mükemmel özelliğe sahiptir; eğer uzun süreliyse, bu acı olamaz ve eğer acıysa uzun süreli olamaz çünkü çok yakın bir zamanda ölürsünüz derdi. Benzer şekilde Marcus T. Cicero; ‘Her acı ya şiddetli ya hafiftir, eğer hafifse kolaylıkla katlanılır; eğer güçlüyse hiç şüphesiz kısa olacaktır’ demiştir. Bu esprili yaklaşım sadece sırtımızdaki yükü azaltmıyor, aynı zamanda hayatı yaşamaya değer kılıyor. En üzücü ve eziyetli durumlarda dahi mizah anlayışımızı koruyalım ki yaşananlar hafiflesin…
Aslında basitçe hayat mükemmel de değil, berbat da değil. Neşeli ya da kasvetli olan bizim bakış açımızdır, hayatın değil.
Problemlerimizin çoğu, dışarıya odaklanmaktan ve içimize, iç varlığımıza ve onun ihtiyaçlarına odaklanamamızdan kaynaklanıyor. Kendimize acımaktan vazgeçip, başkalarına da birşeyler hissetmeye, empati kurmaya başlamalıyız.Sorunlar ortak, benzer olaylar yaşıyoruz ama herkesin yanıtı farklı. Öyleyse birbirimizin yanıtlarından da öğreneceğimiz çok bilgi vardır. Duyan kulaklarımız, hisseden kalbimiz ve içsel olanı da gören gözlerimiz varsa…
Diğer insanlara da onları ötekileştirmeden şefkat gösterip, yüklerini azaltmalarına yardımcı olmayı seçtiğimizde kendimizin de hafiflediğini, bazı sorunları rahatlıkla çözdüğümüzü göreceğiz çünkü birlikten ve anlayıştan gerçek kuvvet ve güç doğar. 

TEKAMÜLLE İLGİLİ BAZI TEMEL SORULARI ANLARSAK İŞİMİZ KOLAYLAŞIR
 
Hayatın çarklarının nasıl çalıştığını  anlamak bize çok şey kazandırır. Bazı temel soruları anlar ve yanıtlayabilirsek daha kolay çözümlere ulaşırız.
• Biz arkadaş olmayı reddedersek arkadaş sahibi olabilir miyiz?
• Başkalarına gülümsemezsek, onların bize gülümsemesini bekleyebilir miyiz?
• Dünyanın bize gümüş tepside sunulacağına inanmak gibi gerçekçi olmayan beklentilerimiz varsa bu çok değerli olmak düşüncesi ile bir yere ulaşamayacağımız kesindir. Öyleyse bir an önce vazgeçmek gerekmez mi?
• Hayata ne veriyorsak karşılığında onu alacağımızı farkedemiyor muyuz? gibi sorular, günümüzün ve çağımızın temel insanlık sorularıdır…
Amacımız ne? Büyümek, gelişmek, kendimizi gerçekleştirmek ya da potansiyelimize ulaşmak. Aydınlanmak ve aydınlatmak.Yani tekamül etmek.
Ve evrenin amacı da büyümemize yardım etmektir. Bunu da, bize üstesinden gelmemiz için sorunlar vererek yapar. Bir çok insan bu noktayı farkedemediği için mutsuzdur. Meydan okunması gereken sorunları büyümelerini sağlayacak fırsatlardan ziyade, büyük zorluklar, külfetler ve acılar olarak algılarlar. Zorlukların üstesinden gelmek acı verici olabilir ama zaferin keyfini, kazanmanın zorlukları olmadan çıkarabilir miyiz? Hayatın bize sunduğu mücadeleleri, kim olduğumuzu keşfetmek için kullandığımızda kendimizi yepyeni bir anlayışın kapısında buluruz.

HATA OLMADAN İLERLEME OLMAZ
 
Acılar ve zorlu olaylar, biz hep  acı içinde  kalalım diye yaşanmıyor, zorlu olaylara karşı güç kazanalım, maddeye egemen olalım, madde bizi esir almasın diye tekamülümüze hız katmak için yaşanıyor. Ve bu süreçlerde doğal olarak da hatalar yapılıyor. Hata olmadan ilerleme olmaz. Bazen hata yapmayayım diye kendini herşeyden uzak tutan insanlar görürsünüz ama inanın ki, o da yanlış bir yöntemdir ve insanın kalıplarını kırmasını, değişmesini, dönüşmesini durdurur.
Acılı ve trajik olayların ve çeşitli mücadelelerin, zorlu uğraşların içinden geçip hayatımızda yepyeni bir dönemin başladığına da mutlaka en az bir kere tanık olmuşuzdur ; o nedene hatadan korkmayalım ama hataya da koşmayalım…  Acıyı ve hatayı çok abartırsak değişim-dönüşüm bloke olur, gelişim yavaşlar o zaman da şok veren yeni olayları çağırmış oluruz.
Bu nedenle tüm ruhsal öğretiler diyor ki: “Gelene de Gidene Razı Ol” … O olayları aşmanın yollarını ara, hiçbir acı, hiçbir dert kalıcı değildir. Yaşanır ve geçer. Acı koşulsuz sevmenin olmazsa olmaz bir şartı… Acı çekmeyen insan başkasının halinden anlamaz.
Nasreddin Hoca der ki: “Damdan Düşen Halden Bilir”. Hiç zorluğa katlanmayan insan gayet umursamaz bir eda ile, “bana ne bu onun sorunu “ deyiverir. Başkalarının acılarını yaşamamız gerekmiyor ama yüreğimizin bir köşesinde her insan için ayrılmış bir şefkat payı olmalıdır ki, insan olmayı hissedelim. Sevebilelim ki sevilelim…
Acılara ve zorluklara değil onların içinde saklı olan daha büyük armağanlara odaklanırsak bakışımız, değiştiği için o acıda eskisi kadar acıtmaz olur çünkü biliriz ki herşey geçici, dünya geçici, biz geçiciyiz  ve sufiyane bir deyişle :
“Bu da Geçer Ya Hu” deme gücünü ancak zorlayıcı deneyimleri yaşayıp aştıktan sonra kazanırız.
Acı ile yaşanan olaylardan alınması gereken dersler alınınca zaten onlar da bitip gidiyor, bir bakıyorsunuz sizi çok acıtan o olay değişmiş, o kişi çoktan çekmiş gitmiş…
Acılarımızın, büyük imtihanlarımızın ve hatalarımızın bize öğrettiği en büyük ders; “hepimizin insan olduğu, hataya ve acıya açık olduğumuz ve bu nedenle de şefkat ve hoşgörüden asla vazgeçemeyeceğimizdir.”
Acılara ve bizi sıkıştıran zorlu olaylara yeni bir açıdan bakma zamanı, yeni bir anlayış, yeni bir bilinç hali bizi bekliyor…Acıların üzerine ancak öyle çıkabiliriz…
İlahi Nizam Kitabının sonlarına doğru 277.inci sayfada Bedri Ruhselman şunları ifade etmiş:
“Evren tekamül içindir. Ve orada, bütün tekamül ihtiyaçlarının tatmin edilmesi bir zorunluluktur. Bu ihtiyaçlar karşısında kurulacak yeni düzen ve sıralamaların şekil ve doğrultularına gelince; İnsan varlıklarının daha üstün hayatlara aday duruma girdikleri ve sonsuz parlak ülkelerin kapısına dayandıklarını söylemiştik.
Fakat insanların layık oldukları bu yüksek ve parlak hayatlara kavuşabilmeleri için, bu kapının açılması gerekir. İşte özlemle peşinden kan ter içinde koştukları bu eşsiz mutluluk ülkelerine göç edebilmeleri için, insanların yapacakları küçük bir iş daha kalmıştır ki, o da zaten açılmaya hazır bir durumda önlerine dikilen bu kapıyı, bir fiske vuruşu ile ardına kadar açarak içeriye dalmaktan ibarettir. Fakat bunun gerçekleşmesi de, yine çok düzenli ve uyumlu birtakım olayların akışları içinde mümkün olabilecektir. Ve bunun da böyle olması, insanların esenliği için gereklidir.
Bizim nazarımızda birçok bozuk, düzensiz, kötü, bozucu gibi görünen hadiseler vardır. Fakat gerçekte onlar yalnız bize göre öyledir... Bakarsınız kendi hayatımızda bile, bütün hayatımızı berbat ettiğini zannettiğimiz öyle bir olay olur ki, bir müddet sonra o bizim için, hayatımızı düzenleyici, kurucu bir hadise olarak kendini gösterir. O zaman biz, vaktiyle o olaya karşı gösterdiğimiz kötü niyetten dolayı da üzüntü duyarız...”

Fulya Aykaç-Sinem Demirel Spiritüel Çarşamba Söyleşilerinden Notlar (netten alıntıdır)


Hepinize güzel, mutlu, sağlıklı, başarılı bir hafta diliyorum. Ben bildiğiniz gibiyim kimi gün işte kimi gün alışverişte kimi gün evde okumalardayım. Geçen iş arkadaşım ile buluşacaktık bir türlü fırsat olmadı, baktım cumartesi günü pazara kahve termosu ile gelmiş:)) hem kahve içtik hemde biraz sohbet ettik. Kahvesi ile gelene can kurban:)) Yanında komşusu da vardı, nereden tanışıyorsunuz dedi? Arkadaş işyerinde 14 yıl beraber çalıştık birrr, eşim Seçkinle aramı bu arkadaşım yaptı bu ikiiii, Annemler Ankaraya geri döndü, burada akrabam yok, akraba olarak gördüğüm bu arkadaşım var sadece buda üçççççççç dedi.
İnsanın böyle düşünen arkadaşı olduktan sonra daha ne olsun değil mi?
 
Resim netten alıntıdır. 

Geçmişte olsa Anne olanların anneler gününü kutlarım. 

 
Şehrimden bir menhir, menhir nedir derseniz eğer tıklayınız;
Bu taş önceden burada değildi, resmin sol tarafında kadraja girmemiş, benim ilkokulda 2 yıl okuduğum bir ilkokul var, bu taş onun arka bahçesinde idi. Bize o 70 li yıllarda bunu perili taş olarak tanıtmışlardı ve ben yanından geçmeye dahi korkardım. 


Abdurrahim Karakoç'un dediği gibi;
"Yazacak dertler çok ama,
-hele dursun .

Bi çay içelim
 

 Bir bilgeye sordular
Öfke nedir
Dediki;
Başkalarının hataları için
Kendimize verdiğimiz bi cezadır.


Şu resmi görmek bana ufak bir işyeri anımı hatırlattı. İşyeri klasik cümlelerini bilirsiniz, biz bir aileyiz, biz bir takımız derler. Yine bunları yönetici olarak kendileri çiğnerler. Yine müdürlüğümü yapmış olan birinin döneminde şu olayı yaşadım. Yeni bir eleman işe alındı, malum ilk gün bir oryantasyon eğitimi alırlar, ikinci gün diğer bölüm kişileri ile tanıştırılır en son çalışacağı birime getirilir. Bizim elemanda aynen en son müdür tarafından odaya getirildi, tanıştırıldı, müdür odadan ayrılacak artık yeni elemanın sırtını sıvazladı;
-Hadi göreyim seni burada tek olucaksın dedi, çıktı gitti.
Bana gülme geldi gülemiyom takıldım o cümleye o an.
Bence böyle bir cümleyi odasında başbaşa iken kurması gerekiyordu. (illaki kullanacaksa yani) Takımın olduğu yerde teklik denilen olay yok, ya kaptan vardır takımda ya da sözcü. 
Tabi bu sözle sırtı sıvazlanan kişi ne yapari birlikte çalıştıklarını tek olabilmek adına ezmeye başlar ki bizde de aynısı oldu ve yaşandı.

Takım çalışmasının 10 faydası 🙂🕊️

1. Daha iyi problem çözme
2. Artan inovasyon potansiyeli
3. Daha mutlu ekip üyeleri
4. Geliştirilmiş kişisel gelişim
5. Daha az tükenmişlik
6. Büyüme için daha fazla fırsat
7. Artırılmış üretkenlik
8. Daha akıllıca risk alma
9. Daha az hata
10. Genişletilmiş yaratıcılık

Hepinize güzel bir hafta diliyorum...



 

8 yorum:

  1. Bugünkü bu yazın zor bir sabah yaşayan bana çok iyi geldi Özlem. Teşekkür etmek istedim..

    YanıtlaSil
  2. Ne diyeyim emeğine sağlık:) Sen emek vermişsin bize de okumak, yazıdan faydalanmak düşer, çok teşekkürler. Güzel dileklerin için de bilmukable diyorum.:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Keyifli okumalar olsun. Dileklerimiz yürekten karşılıklı.

      Sil
  3. ruh ve madde dergisini arada okuyorum ben dee :) son yazımda senden izlediğim film var :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dergiyi merak ettim deep. Evet yazına gittim ve filmi gördüm. Keyifli seyirler

      Sil
  4. Bir bilgeye sordular
    Öfke nedir
    Dediki;
    Başkalarının hataları için
    Kendimize verdiğimiz bi cezadır.

    Bayıldım bu söze.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bende beğendim ve sizlerle paylaşmayı tercih ettim.

      Sil