ÇARESİZLİĞİME TUTTUĞUM AYNAYI SEVDİM.

21 Temmuz 2024

 

 
BAŞKASINI ANLAMAK BİZİ KENDİMİZE BİR ADIM DAHA YAKLAŞTIRIR

“Kimse senin nelerle başa çıkmaya çalıştığını, neleri yendiğini, yenemediğini, kimlerin yanında olmak istediğini, nelerin başını ağrıttığını, sana neler hissettirdiğini, neleri hissetmekten korktuğunu, içine, senden daha iyi bilemez. O yüzden dik yürü. Sen sadece  kendine lazımsın. Kimseden yapabileceğinden fazlasını bekleyemezsin, kapasitesi uygun olmayabilir. İyisi mi sen kendin ayağa kalk ve yürü…”

İNSAN İLİŞKİLERİNDE EN BÜYÜK DERT DUYGUSALLIK

 “Aslında incelenmesi gereken, yani problem olan "duygusallığın ne zaman zaaf olabileceği"dir. İnsanların duygu hayatı, fizik realitenin tanınması ve fizik realite içerisinde varlığın sürdürülmesi için gerekli olan bir durumdur.  Yaşamakta olanlar, yani canlılar, duygusallığa kesinlikle son veremezler. Duygusallığa son vermeleri, onların yeryüzündeki canlı hayatını sürdürmelerinin sona ermiş olması demektir.
Kesinlikle duygusallıktan kurtulunamaz. Daha doğrusu, duygusallık kendisinden kurtulunması gereken bir zaaf, bir eksiklik, bir düşman ya da mutlaka silkilip atılması gereken bir şey değildir. Duygusallık kontrol edilmesi gereken bir haldir, yani yönetimi elimizde olması gereken, istediğimiz gibi ondan yararlanmamız ve ona istediğimiz şekli verebilmemiz gereken bir durumdur. Burada anlatılmak istenen duygusallık, yani kendisinden kurtulmak istenen duygusallık, insanı kontrol altına almış olan duygusallıktır. İşte zayıflık, eksiklik, yani zaaf budur. İnsanı kontrol eden, insanı yöneten, kendi öfkeleri, nefretleri, kıskançlıkları, intikam duygusu vs. ise, duygusallık burada bir "zaaf" haline gelir. Bu ise insanın tekamül hızını, hamle yapmasını ve önünde bulunan birtakım barajları, birtakım perdeleri, duvarları aşmasını engeller; sabitleştirici, durdurucu, atalete götürücü konsantrasyonlara neden olur.

 DUYGUSALLIK ÖRNEKLERİ

Basit bir örnek verelim: Bazı malları yarı yarıya ucuz veren bir büyük mağaza var. Bir süre önce buradan yaptığınız alışverişte iyi bir muamele görmediniz, bir terslik oldu ve kırıldınız. Şimdi o mağazaya hiç gitmek istemiyorsunuz. Neden istemiyorsunuz? Çünkü sizin kalbinizi kırdılar ya da üzdüler, yani siz, konsantratif bir şekilde belli bir heyecanın esiri durumundasınız. Burada bir çeşit kin besleme yani, kırılmanın ötesinde aşırı bir duygusallık hali var.  Oysa biliyorsunuz ki, aynı şeyi orada yarı yarıya ucuz alacaksınız ya da aynı paraya iki tane alacaksınız. Belki de iki tane aldığınız şeyi kullanma alanı çok geniş olacak ve birçok insana da yararınız dokunacak. İstediğiniz muameleyi görmediğiniz için yani, kendinizde gördüğünüz üstün değerlere uygun bir önemsemeyle karşılaşmadığınız için, sırf kendinizden ödün veriyormuşsunuz hissine kapılmamak için oraya küsüyorsunuz ve gitmiyorsunuz. Bu duygusallıktır.
Güzel bir edebi parçayı dinlemek ya da güzel bir şiir parçasını dinlemek ve onun verdiği değişik bir tesiri tatmak da duygusallıktır. Fakat bu duygusallıkla yukarıda anlatılan duygusallık arasında çok fark vardır.
Birinde tamamen egoistik, daralmış, kısılmış, hatta kendinde fenalık hissedecek, sinirlenecek, eli ayağı buz kesilecek kadar bir duygusallık vardır. Diğerinde ise yüceltici, yani tesirler bakımından daha yüksek düzeyli bir ortama ya da auraya girişin insan üzerinde meydana getirdiği bir haz vardır. Bunları kuşkusuz herkes, yaşamı içerisinde çeşitli dönemlerde, çeşitli şekillerde denemiştir.

 DUYGUSALLIK VİCDANI ÖRTER

Bu bir zaaftır, yani burada insan makul olan ile duygusal olanı birbirinden ayırt edemiyor. İşte duygusallığa hakimiyet burada başlıyor. Duygusallığını kontrol altına alamayan insan, vicdanının sesini de dinleyemez. Vicdanından gelen bilgiyi, uyarıyı alamaz, üstelik bunu rasyonalize de edemez. Vicdan mekanizmasının kendisine iletmiş olduğu mesajı makul bir şekle çevirip, akli bir programa alıp, onu başka bir dile çevirerek kullanamaz bile.
O halde, o insan hiçbir zaman doğru, dürüst, vicdani yaşayacak değildir. Sürekli olarak egoistik bir mekanizmanın çalışması sonunda duygularının meydana getirmiş olduğu gayet kaypak bir lisanı kullanacaktır. Yani bugün böyle, yarın şöyle, öbür gün öyle, tutarsız ve güvensiz bir yaşam, genellikle nevrotik bir yaşam...

  NEVROZ ve DUYGUSALLIK

Nevrozların, nevrotik rahatsızlıkların en büyük nedeni, insanların duygusallıklarına hakim olamayışlarıdır. Bir kimseye duygusal hayatına hakim olması, onu az çok kontrol etmesi öğretilirse ya da bunu aileden eğitimden, yaşamdan veya kendi çabalarıyla öğrenmişse, o kimsenin herhangi bir nevroz belirtisi göstermesi ve bir nevroza yakalanması mümkün değildir. Kim duygularını kontrol edemiyorsa, o insanın nevroza yakalanması çok mümkündür ve nevroz yelpazesi gayet geniştir.
Herkeste bir nevrotik davranış vardır. Türlü türlü seviyelerde ve tiplerdedir, yani hiç kimse tam normal bir hayat yaşayamaz. Aslında normalin bir ölçüsü yok; neye normal diyeceğimizi pek fark edemiyoruz.
Aletlerin de bize gösterdiği hiçbir şey yoktur. Çünkü psikiyatri denilen tıp dalında aletlerle ilgili herhangi bir teşhis yoktur. Beyin grafikleri, çoktan ilerlemiş olan bir vakanın ancak beyin yüzeyine, hücreler sistemine yansıyan sonuçlarını, titreşimlerini tespit etmekten başka bir şey değildir. Asıl neden buzdağı misali çok derinlerde yatıyor. Sebep, kontrolsüz duygusallıktır. Yani problem, duygusallığın hangi şartlar altında zaaf olup olmadığını bilmektir.” (Ergün Arıkdal-Pozitif Yaşam)

BİR BAŞKASINI ANLAMAK

İnsan ilişkilerinde duygusallıklar, alınganlıklar arttıkça  ayıplar, günahlar, yasaklar çoğaldıkça dertlerimiz daha derinlere indi. Kendi iç dünyamızı kimselerle konuşamaz olduk. Oysa Türk insanının en önemli özelliği dertlerini, acılarını, sevinçlerini birbirleriyle paylaşmalarıydı. Komşuya geçerek içilen o sabah kahvelerinde ne dertler çözülürdü eskiden. Şimdi kimsenin birşeylere zamanı yok hep meşgul, hep acelesi var. ‘Acele eden ecele gider’ diyesi geliyor insanın. Bir kahve içecek,hal hatır soracak zamanda mı yok? Bilmem ki, ne kadar gerçek! Siz ne dersiniz? Bizim toplum olarak birbirimizle kurduğumuz bu derin bağlar, ruhsal sağlığımıza da iyi gelirdi. Fabrika ayarlarımıza dönme zamanı çünkü bu ekonomik krizlerle de ruh sağlığımız iyice bozuluyor. Bari yakınlarımızla, komşularımızla daha doğrusu insanla daha yakın ilişkiler kuralım. İnsana diğerleri ile kurulan yakın ilişkiler kadar iyi gelen başka bir şey yoktur.
Dertler paylaşıldıkça hafiflerdi çünkü bir başkasının ne yaşadığını, nasıl yaşadığını, neler hissettiğini anlayabilmek, dünyanın sırrına ermek  gibi bir şeydi. Karşımızdakinin  anlattıklarında mutlaka kendimizden de birşeyler bulurduk. ‘Bak ne dertler, benimki o kadar ağır değilmiş, abartmasam iyi olur’ derdik. O derdi dinlerken hakikat oralarda bir yerlerde gizli olduğunu adeta hissederdik. Ne oldu Bize?... diye sorma zamanı gelmedi mi? Sadece kendimizi değil, başkalarının dertlerini, sorunlarını, acılarını görmeye çalışmak, bunları merak etmek bile evrensel değerlere bir adım daha yaklaştırır bizi. Daha da önemlisi başkalarını hoş gördükçe, neyi, neden yaptıklarını anladıkça kendi sorunlarımıza da başka bir gözle bakmayı öğrenir, gelişir, olgunlaşır, içimizi parçalayan acıların biraz olsun hafiflediğini hissederiz.Bir başkasını anlamak, bizi kendimize bir adım daha yaklaştırır; o hep kızdığımız, bir türlü beğenmediğimiz, kıyasıya suçladığımız, çoğu zaman hiç sahiplenmediğimiz, acımadığımız, merhamet etmediğimiz kendimize...Kendini Sevmeden, anlamadan, hoşgörmeden hiçbir şeyi değiştiremezsin diyor modern psikoloji. Ezoterik öğretiler, tasavvuf gibi derin bilgelik içeren öğretiler ise bize bunları binlerce yıldan beri söylüyor.
Ne diyelim işitecek kulaklarımız, sevecek kalbimiz, anlayıp hissedecek duyularımız olsun…
"Fırtına geçtikten sonra nasıl atlattığınızı hatırlamayacaksınız, nasıl hayatta kaldığınızı da. Ancak bir şey kesindir; fırtınadan çıktıktan sonra fırtınaya girenle aynı insan olmayacaksınız. Zaten fırtınanın bütün amacı da budur."

Derleme : ♥ ¸.•°Fulya Aykaç
Kaynak: Ergün Arıkdal /Pozitif Yaşam 
 
 

 Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası acil olarak görev başına lütfen!!!!!!!!!!!!!!!!!
 
Hepinize güzel bir hafta diliyorum. Bu hafta geçen hafta yaşanan bıçaklı yaralama olayından dolayı cumartesi sergi kuramadık, pazar yasaklandı. Pek fazla değişen bir şey yok hayatımızda, aynı tas, aynı hamam deyimine uygun yaşıyoruz:)))
 
 
ANDA KALMAK BEKLEMEYİ BIRAKTIĞIMIZDA GERÇEKLEŞİR!

Beklemeyi bırak..
Sıkıntılarının bitmesini,
Hafta sonunun gelmesini,
Yazın gelmesini,
Aşkın sana gelmesini...
Beklemeyi bıraktığında,
Ve yaşadığın anın tadını çıkarmaya başladığında mutluluk sana gelecektir.
Negatif düşüncelerinizi değiştirmek için onlarla bağlantı kurma biçiminizi değiştirin.
Onları gözlemleyin,
onlara inanmamayı seçin,
ve onların doğal bir şekilde gökyüzündeki bulutlar gibi geçip gitmelerine izin verin.
Gideceklerdir.
İşte o zaman An’da kalabilirsin
Ve ne yaşadığını daha rahat hissedebilirsin,
Dene hissedecek ve göreceksin,
Olumsuz duyguların seni bırakıp gitmesine izin ver, bu yeterli.
Hayat düşünceler ve duygular arasındaki git-gellerle geçer.
An da neyle birlikteysek biz o oluruz.
Farkındalıkla Anı gözlemek için duygulardan kurtulma ama yaşadığın tüm duygularla arana mesafe koy ve onlarla varolmayı deneyimle…
Farkındalığın arttığında değiştirme gücün de artacak…
Farkındalığı Arttırmak İçin Kendine Yolculuk yapman gerektiğini unutma…
                                                                                                                   KOZMİK İLHAM🌺💙


 


 

"Biri tarafından yok sayıldığınızı fark ettiğinizde onu bir daha rahatsız etmeyin."


Virginia Woolf

 
 

 
Bu hafta 5 gün annemi ana sağlığa iğneye götürdüm, bu güzelliğe de yolda denk geldim.
 

Kütüphane günlerinden bir gün idi
 
 
Şimdiye kadar yılın en sevdiğim 9 hilesi

1. Maşalar limonlarınızdan son damlasını sıkmak için harika bir araçtır.
2. Defne yaprakları kiler güvelerini ve böcekleri uzak tutar.
3. Ölçme kaşığınızla yapışkan malzemelerin olmasına gerek
yok, bunun yerine gerekli ölçü kaşığı ile kuru malzemelere
girinti yapın, sonra malzemeleri girintiye dökün.
4. Koku ve bakterileri emmek için yıkamadan önce havlulara kabartma tozu serpin.
5. Kaynar su otlar yok eder.
6. Güçlü bir temizlik macunu için 1 su bardağı kabartma tozu, 2 yemek kaşığı sıvı sabun ve 1/3 su bardağı ılık suyu hava geçirmez sıkma şişesinde karıştırın.
7. Meyve kabinizin yaninda sığ bir tabakta sirke ve sivi sabun karışımı ile meyve sinekleri yakalayın.
8. Tıraş köpügü tuvaletinizin etrafinda 30 dakika bırakın, ardindan banyo kokularini nötralize etmek igin paspaslayin.
9. Evinizin harika kokması için vakum filtrenize uçucu yag içeren pamuk toplarin yerlestirin! 



Diyetteyim diye kahvenin yanına çikolata bisküvi yerine kiraz koyan düşünceli kitapçılar var☕️🍒🥰


Ana sağlık canavarları





Haber spikeri Arthur ve suç muhabiri Mille ilk randevularında beklenmedik bir kabusa sürüklenirler. İsveç'in elektrik şebekesine yapılan sabotaj şehri karanlığa gömer ve bir cinayet işlenir. Hayatta kalmak için şehrin kontrolünü ele geçirmek zorundadırlar, ancak bu zorlu görevde birçok engel ile karşılaşırlar.
 
4 Bölümlük mini bir dizi idi.....
 

Hepinize güzel bir hafta diliyorum. 

 

2 yorum: