AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 158

30 Ağustos 2022

 

 
Sevgili  DEEPTONE tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğinin bu bölümüne bende katılayım istedim. Bu haftanın konusu sevgili Taha Akkurt'tan geliyor:

"Çocukluğunuza dair neler hatırlıyorsunuz? Nasıl çocuktunuz?" 

Hatırlaya bildiklerimi yazayım, bakalım neler çıkacak ortaya.
197.. doğumluyum diyeyim yaşım çıksın ortaya:))) 40 günlük bebekken İzmir' e taşınmışız. Orada benimde soyadını taşıdığım babamın 2 ağbisi var. Kendilerinin kemeraltında dükkanları var. Bu kişilerden birinin hanımı bizi İzmir'de istememiş. Ne getirdiniz bunları, bunlar sizi göçertecek diyormuş hep eşine bunu da annemin yanında söylüyormuş ( kendileri çokkkkkkkkkkkk varlıklı olup bir ağbisinin 2 fabrikası olduğunu biliyoruz.) Neyse annem dayanamamış bu işkenceye babamı ayartmış, bir gece gizlice kamyona eşyaları yüklemişler, tekrar doğduğum şehre gelmişler ve şu anki evimizi yapmaya başlamışlar. 
Arsayı İzmir'e göçmeden almışlar. Ben 1,5 yaşında imişim annem evin inşaatında ustalarla çalışıyormuş, tuğla taşıyor, harç karıyormuş. Beni evsahibimize bırakıyormuş, acıkıp ağlamaya başlarsam inşaata getiyormuş ev sahibi, ustalarda anneme bırak işi kızı doyur diyorlarmış, oburluğum oradan geliyor yani:))

 
Annem akşamları çevre evlerin kuyularından fıçılara su taşıyormuş, başka bir komşu selminaz hanımın kızları hayvanları otlatmaya çıktıklarında fıçılarıda deviriyorlarmış. Annem ertesi sabah gelip durumu gördüğünde, hem ağlar hemde tekrar su taşırmış. Bu yüzen selminaz hanım ve kızlarını sevmeyiz.
Çevremiz boş tarlalık, buğday var, ayçiçeği var. Buğday tarlasında biçerdöver buğdayı biçer, ben elimde teneke ile arkasında dolaşırdım, tavuklara düşen başakları toplar yem yapardık, daha sonra romanlar tavuklarımızı çalınca bu işi bıraktım. Bu sefer gündöndü tarlasına gözümü diktim, biçerdöver yine biçiyor gündöndüyü ben gene arkada, ufak çekirdek dolu kafa peşindeyim. Sonra da sopalarını iple sırtımıza bağlayıp eve getirip, ya araba yada bahçe duvarı yapma derdindeyiz:)))  sizin hiç gündendi sopasından arabanız oldu mu?
 

Bebekken çok ağlarmışım, bir gün yoldan geçen yaşlı roman bir teyze anneme getir o kızanı bana, bir makarada ip getir demiş. Annem beni ve ipi vermiş, teyze benim sırtımı açmış, dizine yatırmış, ipi sırtımda gezdirmiş.( bayanlar kuaförde kaş alma olayında bu işlemi görmüşlerdir.) Bu işlemden sonra benim ağlamalarım kesilmiş. 
 
Hasta oluyordum çok, özellikle bademciklerim çok şişerdi. ( yüksekokulda iken yağmurda ıslanıp, komaya girmiştim evde, 2 gün kendime gelmemişim, arkadaşlar çok korkmuşlar) Babam rahmetli beni sırtına aldığı gibi Doktor Behzat amcaya veya Fikri amcaya götürürdü. Onlardan çok iğne yediğimi hatırlarım. 
Bronşit hastası idim, İsviçreden dayım bu hastalıkla ilgili bir iğne getirmiş, o iğneyi olduktan sonra daha çok kilo almaya başlamışım. 
 

Eski ev sahibimizin ( bulgaristan göçmeni idi, bu insanların ve evlerin kendine has bir kokuları olur) akıtmalarını çok severdim.
 
Birde sobanın üstünde, fırın tepsisinde pirinçli bir börek yapardı, muhteşemdi. yine oburluğum tuttu:)))

 Onun evine gittiğimizde evin fazla ışık almamasından dolayı devamlı uykum gelir, uyurdum. Annem eve dönsede beni götürmezdi, ne zaman uyanırsam kendim eve o zaman dönerdim. 
 
 
Yollarımız çamur içinde idi. Arka taraflarda bir yerlerde dere vardı. Yağmurlardan taşar, bahçeleri evleri su basardı. 
Sokak çeşmeleri vardı, suyunu alırdın, kilimlerini orada yıkardın.
 
 
Bu tezgah varya bu tezgah beni çok uyutmuştur, bir komşumuzun kullandığı araçtı, sesi ninni gibi gelirdi. Kilim dokurdu, kendisine gittiğimizde bana şekerli ekmek verirdi, hem yer hemde uyuklamaya başlardım. Kimi zaman bu tezgah için uzun yolda ipleri sarardı, atkı ve çözgüydü galiba isimleri. Kendi evinin önünden taaaaaaaaaaaaaa şerife ablaların evine ( kendi evi ile birlikte 8 ev yan yana hesap edin) kadar, rahmetli Emine abla gider gelir ip çekerdi. O iplerin sarıldığı silindire ipleri sarmaya başlamadan önce ipler birbirine karışmasın diye iplerin son noktasına, iplerin üstüne bir çamaşır leğeni koyar, içine bir biriket yerleştirir, kendi evinin oraya gider, ipleri silindire sarmaya başlardı, en sevdiğim şey briketin üstüne oturmak, emine abla ipi çektikçe leğenle seyahat etmekti. 
 
Bu karlı havadaki versiyonu oluyor:)))
 
Kız çocuk fazla yoktu, hep erkek yaşıtlarım vardı, pek fazla takılmazdım onlarla. Sağolsunlar pek rahat ettirmezlerdi insanı, ya saç çekecek, ya itecek:))

 Önümüz boş arsa orda oynardım. Karnım acıktımı yolu geçip eve gelmek zor gelirdi, hemen rahmetli Fatma neneye bağırırdım;
- Nene karnım acıktı, bana şırlan yağ ile üstüne kokulu tozlu ekmek ver derdim. 
Rahmetli hazırlar verirdi. Kokulu toz her zaman bulunan birşey değildi, ( şimdi pazarda satılıyor, ağbimde müptelası oldu) taaaaa balkanlardan köyden gelirdi.
 

Hafta sonları mutlaka leğende banyo olayı vardı, kış günleri peçkada su ısınır, leğende banyo yaptırırdı annem bana.
 
Peçka sobada pişen yemeğin, korda pişen sucuğun, patatesin, böreğin tadı hiçbir şeyde olmazdı.
 
 
Kilimci Emine ablanın yanında bir müteahhit otururdu, mahallede tv onda vardı. Salonun perdesini sonuna kadar çekerdi, bende bahçe duvarına tırmanır Tv izlerdim. Böyle bir gün izlerken, ağbimin sesi geldi;
-Özlemmmmmmmmm
baktım at arabasında ağbim, babam, birde ne göreyim uzun bir tv anteni :))
 
Televizyon almış babam:))) atladım at arabasına eve kadar bende gittim. Tv kuruldu tahmin ederseniz ki yüksek yere konuldu:)) çocuklar karıştırmasın bozulmasın:))
74 Kıbrıs barış harekatında ben çift kişilik somyada uyurken, ayak ucumda Mişon Hasan ağbinin, Ali dedemin Tv izlediklerini gayet iyi hatırlıyorum.
 
Ali dede demişken kızı rahmetli Fatma abla geldi aklıma, annem hamama filan giderken, beni ona bırakırdı, bez mendilden bebekler yapardı benimle oynardı. Asla güzel bebeklerim olmadı, babamın sattığı plastik folklorik bebek ile oynarken ben, İsviçreden bize gelip ilkokulu bizde okuyan Sevginin (dayımın kızının) ağlayan bebekleri vardı ve bana asla oynamam için asla vermezdi. Çok kıskançtı, Kendisine yılbaşında büyük bir koli gelirdi İsviçreden babasından, içinde çeşit çeşit çikolatalar, boya kalemleri, boya kitapları ki 70 li yıllarda boyama kitabı diye birşey hatırlamıyorum ben, bebekler gelirken bana sadece 2 paket çikolata gelirdi. Boya kalemlerindeki renkler asla Türkiye'de yok, iyi hatırlıyorum babamdan isterdim, o da pazarlarda boya kalemi falan satardı. Faber castel marka;
-Olsa ben kızıma İstanbula mala gittiğimde almazmıyım derdi, ama yoktu Türkiye'de. Çikolata bile İstanbuldan alırdı bana annem parça parça verirdi. Yirmili yaşlarda arkadaşlarım gerçek bebek sahibi iken, ben lahana bebek peşindeydim:)) bebek koleksiyonu yaptım.
 
Panayırlar olurdu, babamda giderdi 3 gün panayırda kalırlardı. Bizde günübirlik giderdik, ben serginin altında yatakta yatmasını çok severdim. Tabii oburluğum üzerine kuzu çevirme yemek isterdim, rahmetli babam kelle alır gelirdi, kelle yerdik. Bazen önüme ufak bir sandık koyar, üstüne defter, kalem, kuru boya kalemi, suluboya koyar, hadi sat. Utanır sıkılır bağıramazdım, Babam müşteri gelip benim önümdekilerden sergiden almak isterse, git kızdan al derdi ki,  satış yapayım sevineyim diye. Kalıcam diye tutturursam beni daimi müşterilerine emanet eder, onların evine gönderirdi. Onlarda Pomak ( yunanistan göçmeni) idiler, pomakça konuşurlar ben öylece bakardım onlara:)))

Köye az gittim, çünkü dayım kız kardeşlerini eşlerini ve çocuklarını köye istemezdi, mal almayamı geldiniz derdi. Gülerek giderdi annem, ağlayarak gelirdi.
Bir gün yaz tatilinde nenem götürdü köye beni, onu dayım dövdü, bembeyaz saçlarının kan içinde kaldığını hatırlarım. Niçin beni getirmiş. Nenem kendini ve beni mutfağa kilitlemişti. Gitmedik bizde bir daha, yalnız nenem, yine bizde öldü, her tarafı dayaktan mordu geldiğinde ( döve döve elinden mallarını ve paralarını aldılar hep). Bir gece kaldı, ertesi sabah öldü. Annem polise haber verelim dedi, babam Allah havale et, ölüye işlem yaparlar günah dedi. Öyle yaptı annemde Allah'a havale etti. İflah olmadılar....
Köyden hatırladığım tek olay, nenem tavuk kümesinde tavuklara rahat vermeyen baykuş buldumu çuvala koyar vura vura öldürürdü. Bir inek doğum yapacaksa bunun buzağısı sizin kızanım derdi, ama asla bizim olmazdı, dayım ve çocukları her şey bizim derdiler.

Sokak kapıları demirden değil tahtadandı, annemin kurduğu salıncakta sallanırken düşüp kolumu kırdığımı hatırlıyorum. Alçıda durdu bir süre...
 
Bu arabada da çok gezmişimdir, roman hammal bir amcamız vardı Kerim isminde. Babamın mallarını almaya gelsin, kolileri buna yükler, bana da atla Özlem köşeye kadar senide götüreyim derdi. Çocukluğumun en lüks seyahat aracı idi:))
Romanlar şimdiki gibi insanlara fazla rahatsızlık vermiyorlardı. Babam İstanbul'a mala giderken otobüs devrilmiş Çatalcada. Babamın eve getirildiği duyan yukarıdan bir kaç roman tanıdığımız bizim eve koştular. Kimi, zeytin dövdü, kimi kasaba koştu et mi derimi ne aldılar. Babamı sardılar, sarmaladılar eziklerini, çürüklerini iyileştirdiler.
 
 Sonra Uzun adam diye bir efsane vardı buralarda bir zaman. Uzun boylu birisi, ayaklarının altında yay olduğu söyleniyordu. Bir zıplıyormuş ikinci kata filan ulaşıyormuş diye anlatılırdı. İnsanlar çok rahatsızdı o yıllarda, emniyette peşinde idi. Bir hafta sonu babam mala İstanbul''a gitti. Öyle hemen de dönemiyorsun o yıllarda bir gece kalıyorsun. O gece yarısı bizim kapımız çalındı, Roman bir aile vardı yukarıdan, onun oğlu. Kapıya nasıl vuruyor parçalayacak. Anneme sesleniyor beni içeri al, uzun adam peşimde diye. Annemde açtı kapıyı aldı onu içeri, hepimiz bir odaya toplandık, ışıklar kapalı, korkuyoruz. Birinin el feneri ile odalara ışık tuttuğunu gayet iyi hatırlıyorum. Sabaha kadar korkudan uyumadık o gece...
 
Yaz tatillerim İstanbul'da geçerdi ya Kavacıkta idim, ya ümraniyede idim, ya da küçükçekmecede idim. Kavacıkta isem, bol bol büyük yuvarlak güneş gözlükleri takan, boğazlarında fular olan amca kızlarının fotoromanlarını okumaya bayılırdım, birde amcamın ayakkabı tamir dükkanının yapıştırıcı kokusuna. Yandaki boş arazide bir tek ağaç vardı, onun altında oturur boğazı izlerdim. Bahsettiğim yerde şu an ikinci köprünün ayaklarından biri var. 
Ümraniye de isem mutlaka Şileye ptt kampına giderdik. Eniştem posta dağıtıcısı idi Moda'da. O kampa ilk gittiğimde sırtımın güneşlenmekten su topladığını bilirim. Rahmetli teyzem eve dönünce sırtıma yoğurt sürerek tedavi etmişti beni.
Küçükcekmece de isem hergün tren seyahti var demekti.  Amcamın tahtakalede dükkanı vardı, orada da şu bayanların çember oyalarında kullandıkları naylon bobinleri saran makinalar vardı. Tüm gün makinalara karton bobinleri takar ip sarardık, etiket koyup naylonlar, kutulara yerleştiridik. Trene binip çekmeceye dönerdik, bazen elektrikler giderdi trende kalırdık:)) orada da bol bol tenten maceralarını okurdum:))

Çocukluğum için içimde kalan tek olay bisiklet kullanmayı öğrenemem olmuştur. Kiloluyum düşerim diye hiç cesaret edemedim.
 

Ben 50 küsur yaşında olsamda hala çocuğum:))) bugünkü alışverişim:)))




 

 
 

18 yorum:

  1. Tam anlamıyla içinizi dökmüşsünüz bu yazıda, çok samimi ve okuması çok güzeldi. Tatlı veya hüzünlü her hatıranız .ok kıymetli. Uzun adam efsanesini okurken şu an bile korktum. Ayrıca biz de Bulgaristan göçmeniyiz. Akıtmayı çok severim. Kokulu toz dediğiniz şeye poylu biber diyoruz eğer aynı şeyi kastediyorsak. Sıcak ekmeğe yağ ve poylu biber benim de en sevdiğim yiyecektendi :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne güzel benim anneannem de kırcasalihten. Akıtma yapan olsada yesek:)) annem eski ev sahibimizin gelinlerine gidelimde yapsınlar yiyelim biraz der. Eski ev sahibimiz rahmetli oldu ve bana bulgaristandan getirdiği çeyiz sandığı hediye kaldı. Kendi evimde severek kullanacağım şu an kenarda duruyor. Poyun içinde mısır unu filanda var galiba:))

      Sil
  2. ilk defa duyduğum çok kelime var sizin orda yerel olarak kullandığınız herhalde kelimeler ama çok hoş kelimeler :) sırtında ip gezdirilmesi de ne ilginçmiş. çok şeker anıların gerçekten de :) ayçiçeğ, arabası ve o günlerin çok hoşmuş özellikle tarla bahçe zamanları :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sor deep açıklamaya hazırım:)) yarı üj bej li biri olarak öğrenmeye ve öğretmeye açığım. Evet eskiler her zaman güzeldir.

      Sil
    2. şırlan ççözgü peçka :) panayırda ne satıyordu baban ? :)

      Sil
    3. Şırlan yağ: sıvı yağ
      Atkı ve çözgü dokuma tezgahlarındaki sistemin isimleri. Kumaşa bakarsan eğer bir yatay ip var dokumada bir de dikey ip ikisi yanyana gelince kumaşı oluşturuyorlar dokuma işleminde. Ama hangisi atkı hangisi çözgü onu bilemiyorum.
      Benim babam hırdavat satardı deep. Bulaşık teli, bulaşık süngeri, makas, tırnak makası, sineklik, maşrapa, iplik, iğne, çıtçıt, bel lastiği, pazarçantası, tuvalet fırçası, mandal, tığ, şiş vs gibi şeylerin satıldığı pazar tezgahı. Okul zamanı da kırtasiye malzemeleri satardı. Önceden de 3 tekerlekli arabası vardı çakmaklara gaz doldururdu. Pantolon kemeri filan satardı. Onun öncesinde de pazarlarda çay satarmış.

      Sil
    4. peçkayı unutmuşum yazmayı, kuzine sobada derler, hem sobadır hemde yan tarafında açılan kapağı vardır, orada da börek patates filan pişirirsin.

      Sil
    5. şırlan kelimesini tek başına parlak anlamında düşünebilirsin.

      Sil
  3. gündendi sopasından araba ilk kez görüyor ve duyuyorum, çok hoşmuş :) tatsız anılara rağmen biriktirilmiş çok tatlı anılarınız olmuş, keyifle okudum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ilginç değilmi:)) birde yuvarlak demir bilyelerden arabalar vardı, onun resmi malesef yok. Kötü anıların üstünü iyiler ile örtelim ki, mutlu olalım.

      Sil
  4. Anneannenizin hikayesini babaanneminkine benzettim içim acıdı, bazı bazen şeyler konuşulamıyor maalesef, nurlar içinde yatsınlar.Karma diye bir şey var, eskilerin deyişiyle yaşattığını yaşamadan ölmezmişsin ya umuyorum dönüp dolaşıp muhattabını bulur.Uzun adam çok ilginç geldi. İsviçreden gelen kuzeni hiç sevmedim.Romanları severim çok roman müşterim vardı dükkan zamanında, niyetçi, peçeteci, çalgıcı çocuklar hepsi arkadaşımdı.İstanbuldaki yaz tatilleri gözümde canlandı o kısmı çok sevdim. Annelerimiz az çekmemişler gerçekten atlamak istemedim.Babanızın çabasını da taktir ettim yıllarca esnalık yaptığım için çok iyi bilirim tezgah aç topla tatil yok, bayram seyran çalış.Son olarak kalem süsleri çok ciciş :) Keyifli bir yazıydı teşekkürler..

    YanıtlaSil
  5. Aklımda tek soru "şırlan yağ üzerine kokulu toz" neydi ki o? Nerde yiyicez?
    Benim anneannemde malını mülkünü almak isteyen erkek evlatlarından çok çekti. Allaha şükür dayak yediğini bilmem de o evden o eve sürüklediler garibimi, bizde uzunca bir süre kalmıştı o zamanlar güzel zamanlardı.
    Üniversitedeki ev arkadaşım da Pomaktı, çok güzel konuşurdu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şırlan yağ: sıvı yağ oluyor ekmeğe kaşıkla serpiştiriliyor kokulu toz poy ismi ile anılıyor. Mısır unu ve çeşitli baharatların karışımıdır. Tereyağlı ekmek üzerine serpilir yenir ki, ağbim bu şekilde seviyor, tost yaparsan arasına serpersin yada üstüne serpersin. Bulunduğun şehirde yoksa söyle alıp kargo yapayım. Sevgiler,

      Sil
  6. Kokulu toz poyu ilk kez duydum. Ninenize içim acıdı. Böyle lanet akrabaları duyunca çok kızıyorum. Pomak bildiğim kadarıyla Yunan göçmeninden ziyade Bulgar ve Makedonya orjinliler. Çok güzel, detaylı ve içten anlatmışsınız. Bütün Ağaç Ev Sohbetlerini okurum, sizinki gözümden kaçmış, bu yüzden güzel yazınızı okumaya geciktim biraz. Güzel günler diliyorum:)

    YanıtlaSil
  7. Çocukken bebek sahibi olamayanlar yetişkin olunca oyuncak bebeklere çok düşkün oluyorlar. Ben de onlardan biriyim. Hep plastik, kolları vücuduna yapışık bebeklerim vardı. İlk büyük bebeğimi üniversitede almıştım. Şimdi kızıma alınan ama onun yüzüne bile bakmadığı bebekleri ben seviyorum :-)

    Gündöndü kelimesini ilk kez duydum. Biz Adana'da günebakan deriz o çiçeğe.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet bir ara takıntı idi bebek bende, sonra ağbimin torununa verdim hepsini.
      Ayçiçeği, çiğdem de derler ama genek trakya gündöndü der güne göre döner ya kafası:))
      Selamlar

      Sil